Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi 111. Sayı (Temmuz-Ağustos 2025)

7 ÇATI VE CEPHE • TEMMUZ - AĞUSTOS / 2025 HABERLER 17 AĞUSTOS FARKINDALIK GÜNÜ: DEPREM GERÇEĞI KARŞISINDA YAPISAL DAYANIKLILIK CCEPHEDER Yönetim Kurulu Üyesi Ersoy Çakır: “17 Ağustos 1999 Marmara Depremi, yaklaşık 18 bin kişinin yaşamını yitirmesi ve yüz binlerce yapının hasar görmesiyle yalnızca bir doğal afet değil, aynı zamanda mühendislik, şehircilik ve toplumsal bilinç açısından bir kırılma noktası olmuştur. Bu felaket, taşıyıcı sistem tasarımından yapı denetimine, zemin etütlerinden kentsel planlamaya kadar pek çok alanda ciddi eksiklikleri açığa çıkarmıştır. Deprem sonrası süreçte Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği önemli ölçüde geliştirilmiş, özellikle 2018 revizyonuyla performansa dayalı tasarım yaklaşımı benimsenmiştir. Bu yaklaşım, yalnızca yapının göçmesini önlemeyi değil, farklı deprem düzeylerinde (Hemen Kullanım, Can Güvenliği, Göçmenin Önlenmesi) yapının nasıl davranacağını öngörmeyi amaçlamaktadır. Yönetmelikte lineer elastik yöntemlerin yanı sıra doğrusal olmayan statik (pushover) ve doğrusal olmayan dinamik analiz yöntemleri de yer almakta, özellikle yüksek katlı ve düzensiz yapılarda bu hesap yöntemlerinin kullanılması zorunlu hale gelmektedir. Ayrıca yapızemin etkileşiminin dikkate alınması, sıvılaşma riski olan bölgelerde ayrıntılı zemin iyileştirme yöntemlerinin uygulanması ve taşıyıcı sistem düzensizliklerinin sınırlanması, yönetmeliğin öne çıkan maddeleri arasında yer almaktadır. Mevcut yapı stoğunun önemli bir kısmı 1999 öncesi inşa edildiği için bu binaların performans değerlendirmesi ve güçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Güçlendirme yöntemleri arasında betonarme elemanların kesitlerinin büyütülmesi (mantolama), çelik çaprazlarla rijitliğin artırılması, karbon fiber takviyeli polimer (CFRP) uygulamaları, dıştan öngerme sistemleri ve temele sismik izolatör yerleştirilmesi gibi teknikler yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle hastaneler ve kritik altyapı tesislerinde taban izolasyonu sayesinde deprem sırasında yapıya aktarılan ivmelerin %50–60 oranında azaltılması mümkündür. Türkiye’de İstanbul’daki bazı şehir hastaneleri bu teknolojiyle inşa edilmiş olup, bu yapılar dünyadaki en büyük sismik izolatörlü projeler arasında yer almaktadır. Dünyadaki örnekler incelendiğinde, Japonya’da yüksek katlı binalarda “viskoz damper” ve “kütle sönümleyici” sistemlerin yaygın şekilde uygulandığı görülmektedir. Tokyo Sky Tree Kulesi’nde kullanılan merkez kolonlu sönümleme sistemi, geleneksel pagoda mimarisinden esinlenerek geliştirilmiş ve yapının 600 metrelik yüksekliğine rağmen deprem performansını artırmıştır. Şili’de ise 9.0 büyüklüğüne yaklaşan depremlere rağmen modern mühendislik çözümleri ve sıkı denetim sayesinde can kaybı oranı oldukça düşük kalmaktadır. Kaliforniya’da uygulanan “Mandatory Seismic Retrofit Program” çerçevesinde, özellikle “softstory” (zayıf kat) binaların belirli süreler içinde güçlendirilmesi yasal bir zorunluluk haline getirilmiştir. Türkiye açısından en büyük sorun, alınan teknik önlemlerin uygulamada yeterince hayata geçirilememesidir. Denetim süreçlerinde bağımsızlığın sağlanamaması, imalat sırasında kullanılan beton ve donatı kalitesindeki yetersizlikler ve kentsel dönüşümde rant öncelikli yaklaşımlar, can kayıplarını azaltma noktasında ciddi riskler oluşturmaktadır. Oysa deprem mühendisliğinde en önemli prensiplerden biri, “ön tasarım maliyeti düşük, deprem sonrası kayıp maliyeti çok yüksektir” gerçeğidir. Nitekim uluslararası araştırmalar, depreme dayanıklı tasarımın toplam inşaat maliyetini yalnızca %3–5 oranında artırdığını, ancak olası bir depremde yıkım ve can kaybı riskini dramatik biçimde azalttığını ortaya koymaktadır. Geleceğe dönük olarak Türkiye’nin izlemesi gereken yol haritası nettir. Yapıların projelendirilmesinde performans esaslı tasarımın yaygınlaştırılması, deprem izolatörlerinin yalnızca kritik yapılarda değil konutlarda da kullanılabilir hale gelmesi, mikrobölgeleme çalışmalarının tamamlanarak imar planlarının bu veriler ışığında yapılması ve yapı denetim sisteminin bağımsız mühendislik odalarıyla entegre çalışması gerekmektedir. Ayrıca dijital ikiz teknolojileriyle binaların gerçek zamanlı performans takibi, yapay zekâ tabanlı risk haritaları ve sensör tabanlı izleme sistemleri depreme hazırlıkta devrim niteliğinde yenilikler sunmaktadır. Sonuç olarak, 17 Ağustos yalnızca geçmişi hatırlatan bir gün değil, geleceğe yön veren bilimsel ve teknik adımların ne kadar hayati olduğunu da hatırlatan bir semboldür. Türkiye’nin deprem gerçeğiyle yüzleşmesinin tek yolu, bilimsel bilgiye dayalı mühendislik uygulamalarını tavizsiz şekilde hayata geçirmek ve güçlü bir denetim kültürü oluşturmaktır. Depremi engellemek mümkün değildir, ancak doğru tasarım, doğru malzeme ve doğru uygulama ile can kayıplarını asgariye indirmek mümkündür.” n

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=