200x200 piksel Reklam Alanı

Anadolu'da Åžehir GeleneÄŸi

Anadolu'da Åžehir GeleneÄŸi

KONUK YAZAR
4. Sayı (Eylül Ekim 2006)

Tarih dersi kafa karıştırıcı deÄŸil midir?.. Tarih öğretisi, ‘Tarih Öncesi’ ve ‘Tarih ÇaÄŸları’ olarak ikiye ayrılır diye baÅŸlar. Yazı bulunmadan önceki dönemlere ‘Tarih Öncesi’ denmeliymiÅŸ.
Tarih, yalnızca yazılı belgelere dayalı olursa ‘Tarih’ sayılırmış (sanki yazılanlar her zaman doğruyu söyler...!). Aynı anlayış yakın yıllara kadar eski kentler için de geçerliydi. Birçok bilimsel makalede, bir yerleşimin ‘şehir’ sayılabilmesi için orada yazının kullanılması tek ölçüt olarak öne sürülüyordu.Yazıyı ilk Sümerliler bulduklarından, ‘Tarih’i İsa’dan önce üç binli yıllarda onlar başlatmış oluyor... O zaman, tarihin ilk şehirleri de Sümer kentleri olmalı... Peki bunlardan 3 bin yıl önce Cilalı Taş Çağı’nda Anadolu’nun ortasında, yeryüzünün bilinen en eski yerleşimi olan Çatalhaöyük kent değil de ‘kent öncesi’miydi?.. Neyse ki bu ayrımcılık bugün artık geçerli değil. Gerçi, yazılı belgelerin yararı tartışılmaz; her yazılı belge güvenilir değilse de en azından o eski insanların kendilerine, kentlerine ve tanrılarına ne isim taktığı konusunda yalan söylemezler. Acaba ortası çökük şu tümülüsün, yani Çatalhöyük’ün gerçek adı neydi? Bunu hiç öğrenemeyeceğiz. Çünkü o insanlar kentlerini ‘Tarih’in başlangıcından 3 bin, günümüzdense 8 bin yıl önce kurmuşlar...

Peki biz ‘Çatalhöyük İnsanları’ hakkında, üzerlerine belgesel filmler yapacak denli çok şeyi nasıl bilebiliyoruz?.. Elbette, mimarlık ve kazıbilim (arkeoloji) sayesinde...

Dünyanın en zengin ama rahat gezilen ve eğitici müzelerinden biri olan Ankara Anadolu Uygarlıkları Müzesi içinde Çatalhöyük evlerinden birisi yeniden kurulmuş. Duvarlarda kentin kazıbilimsel rölövesi, canlandırma resimler, vitrinlerde paha biçilmez toprak heykelcikler ve kap-kaçak bu en eski yurttaşlarımızı bize tanıtıyor; demek ki, Cilalı Taş Çağı kentlerinde sokak, dolayısıyla bildiğimiz kapı/pencere yokmuş. Evler birbirine bitişik; bir yerden bir yere düz damlar üzerinde yürüyerek gidiliyor. Tüm ev halkı içerideyse dayama merdiven çekilerek güvenlik sağlanıyor. Birçok bulgu bu şehir halkının, kadınların üstün tutulduğu ‘anaerkil’ bir toplum olduğunu düşündürüyor.

Neolitik Çağ (Cilalı Taş) ile insanlar, ‘avcılık/toplayıcılık’tan, ‘ekici ve besiciliğe’geçmişler. Böylelikle, çocuk doğurarak soyunu sürdürme yeteneğini tek başına ellerinde bulunduran kadınlar, tarlalar ve ağıllar sayesinde çocuklarından ve evlerinden uzaklaşmadan ve gereksiz kas gücü kullanmadan beslenme ve giysi üretme gücüne, diğer değişle ekonomik olanaklara da sahip olmuşlar.

Bir arada yaşamanın, dayanışmanın yararı o dönemde fark edilmiş olmalı; gün boyu tarlalarda, otlaklarda çalıştıklarından evlerini yağmacılara karşı korumak için kentin damları üzerinde nöbet tutan birkaç bekçi (haydutlar için gizlenecek sokak bulunmadığından) herhalde yeterli olmalıydı... Ama bu nöbetleşe ve imece yöntemiyle yapılan işler dışında toplumda bir sınıflaşma, örneğin ruhban sınıfı, askerler, yöneticiler türü ayrışma henüz ortaya çıkmamış. Bu da kent kalıntısında tapınak, saray ve kışla gibi yapılara rastlanmaması, bütün yapı birimlerinin eşit özellikli konutlardan oluşması, tapınma, hatta ölüleri gömme gereksinimlerinin bile her evin kendi iç alanında karşılandığının anlaşılmasıyla açıklanabiliyor.

‘Arslan yattığı yerden anlaşılır’ diye bir söz vardır. İnsan toplulukları da kurdukları ve içinde yaşadıkları kentlerden anlaşılıyor. Avrupa kıtasında yaşayanların Yontma Taş Devri’nden Cilalı Taş Devri’ne geçmelerinden iki bin yıl önce Çatalhöyük’ü kurabilmiş Anadolu toplumları eliyle, çok daha sonraları, İ.Ö. VI. yüzyılda, bu kez Batı Anadolu’da (Yunan Uygarlığı diyerek yabancılaştığımız -oysa onlar eski yurttaşlarımız değil mi, hala o çağlardan kalma zeybek havaları ile halk oyunları oynamıyor muyuz?..) tarihin en ileri kentleri kurulmuş. Bugün bile uzak ülkelerde ödünsüz uygulanan Miletli Hippodamos’un dama tahtası şeklinde kent planı gibi şehircilik kuramları o çağda ortaya atılmış. Antik Çağ Batı Anadolu İyon Uygarlığı kent kavramını enine boyuna irdelemiş. O çağın filozofları, her konuda fikir sahibi olduklarından bilgeliklerini ‘ideal kent’i tanımlamakta, toplumların içinde yaşaması gereken en uygun sosyal ortamları betimlemekte, yapıların mimari özelliklerinin saptanmasında, doğa koşulları hakkında bildiklerini, askerlik ve savunma konularındaki uzmanlıkları ile birleştirerek en uygun yerleşim alanı ve kent planı seçimini önermede kullanmaktaydılar. Tıp biliminin babası İstanköylü (Kos Adası) Hippokrat (İ.Ö. IV. yüzyıl) çok itibar edilen bir kent kuramcısıydı aynı zamanda. Ama Miletli yurttaşımız Hippodamos (İ.Ö. V. Yüzyıl) tartışmasız eski çağların en büyük mimarlarındandır. Izgara şeklinde yerleşim planını, kentin önemi ve büyüklüğüyle orantılı ada (yapı kümeleri) boyutlarını önceden saptamayı; kenti yönetim, dinsel ve siyasal işlevlere göre bölümlere ayırmayı bulan odur. Hippodamos sağlığında karşı kıyıdaki Pire’nin şehir planını yapmış, savaş ve doğal nedenlerle yıkılan kendi şehri Milet ve komşu Priene kentleriyse, ölümünden kısa süre sonra onun ilkeleri doğrultusunda yeniden kurulmuştur.

Hippodamos, yüzyıllar sonra da başta San Francisco olmak üzere belli başlı Kuzey Amerika kentlerinin ve Le Corbusier gibi XX. yüzyıl mimarlarının esin kaynağı olmayı sürdürmüştür. İyonya kentleri, Batı Anadolu’da demokrasinin titizlikle uygulandığı, özerklik ilkesinin katı kurallara bağlanarak korunduğu küçük bağımsız devletlerdi aslında... Bu kent-devletleri kuran insanlar istila ile ele geçirdikleri hazır kent mekanlarını kullanmadılar. Nüfus, belli bir sayının üstüne çıkınca kendi aralarından seçtikleri bir önder yönetiminde doğup büyüdükleri yurtlarını bırakıp, uzaklarda yeni sitelerini yoktan var ettiler. Sadece Milet’ten ayrılanların Ege ve Karadeniz kıyılarında seksene yakın yeni kent (polis) kurdukları biliniyor.

Antik çağın Sokrat, Platon ve Aristoteles gibi ünlü düşünürlerinin fikirleriyle beslenen bu şehircilik anlayışı, iki yüzyıl süren Pers hegemonyası boyunca -vergi vermek dışında başkaca bir baskıyla karşılaşmadıklarından- gelişimini en üst noktaya taşımayı sürdürmüş.Yunan Şehirciliği’nin içini boşaltan olgu, yabancı Pers baskısı değil, aslen Makedon olmasına karşın kendisini, Yunan Uygarlığı’nı bu Pers işgalinden kurtarmaya adamış Büyük İskender’in cihangirlik tutkusudur. Çok özgün bir mimarlık anlayışını, fethettiği doğu ülkelerinde yaşayan farklı toplumlara dayatmak kadar, özgür ve bağımsız yaşamaya alışık kentleri, üniter bir devletin sıradan şehirleri haline dönüştürmek, aslında Yunan şehircilik anlayışını özünden uzaklaştırmış oldu.

Büyük İskender’in kurduğu krallığın Roma’ya devredilmesi ise eski İyonya kentlerini, başlangıçtaki insani boyutlarından iyice uzaklaştırarak, birer imparatorluk kentine dönüştürdü... İyi ki Priene’miz var; o tek başına Romalılaşmamış özgün İyonya kentini bizlere açıklıkla anlatıyor.

Kentlerin ruhu uçup gidince göçler başlamış; oturanlar çeşitli bahanelerle kentlerini terk etmişler. Gerçi böylesi daha iyi. Çünkü bu sayede bugün bizi şaşırtan zenginlikteki şehir kalıntılarını Roma çağında aldıkları son şekilleriyle olduğu gibi görebiliyoruz. Efes’i terk eden halk hemen yanı başında Aya Suluk’u (Selçuk) kurmuş. Bu kent halen yaşamakta olduğundan birkaç anıtsal yapı dışında ilk kurulduğu yıllara tanıklık edecek yapılarını çoktan yitirmiş. Daha sonraları orada da rahat edemeyen Efesliler, kendilerini arkadaki dağ yamaçlarına vurup, bugünkü adıyla Şirince yerleşimini kurmuşlar. Burası Hıristiyan Rumların kurduğu bir Anadolu kasabası... Asıl şaşırtıcı olan Safranbolu, Beypazarı, Mudurnu ve Kastamonu gibi tarihi mimarlık yapısını bugün de koruyan Müslüman Türk şehirleri ile olan türdeşliği...

Sekiz bin yıllık birbirinden farklı uygarlık birikimine sahip bu topraklara sadece bin yıl önce ayak basmış olan Türklerin, ortak ve bağdaşık bir Anadolu kültürü yaratmadaki önemli rolleri ve Selçuklu ile başlayan yeni kent gelişimleri bir başka yazının konusu olsun...

Mimar Orhan Baltacıgil
 

R E K L A M

İlginizi çekebilir...

2025, İnşaat Sektöründe Enerji Dönüşümü için Dönüm Noktası Olacak mı?

Avrupa genelinde artan faiz oranları ve inşaat maliyetleri, bina sahiplerini 2024 yılında enerji dönüşüm projelerine yatırım yapma konusunda temkinli ...
9 Ocak 2025

CEPHEDER; "2024 Yılı Sektörel Değerlendirmesi ve 2025 Yılı Öngörülerimiz"

2024 yılı, çatı ve cephe sektörü için dinamik ve zorlu koşulların bir arada yaşandığı bir yıl oldu. Küresel ekonomik istikrarsızlıklar, malzeme maliye...
24 Aralık 2024

Cephe Sistemlerinde Dijitalleşme ve Sürdürülebilirlik: Geleceğe Yönelik Yatırımlar

Son yıllarda inşaat sektörü genelinde, özellikle cephe sistemlerinde sürdürlebilirlik ön planda yer almaya başlamıştır. Modern binaların estetik görün...
23 Eylül 2024

 
Anladım
Web sitemizde kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerez (cookie) kullanılır. Daha fazla bilgi için lütfen tıklayınız...

  • Boat Builder Türkiye
  • Enerji & DoÄŸalgaz Dergisi
  • Enerji ve Çevre Dünyası
  • Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi
  • Tersane Dergisi
  • Tesisat Dergisi
  • Yalıtım Dergisi
  • Yangın ve Güvenlik
  • YeÅŸilBina Dergisi
  • İklimlendirme Sektörü KataloÄŸu
  • Yangın ve Güvenlik Sektörü KataloÄŸu
  • Yalıtım Sektörü KataloÄŸu
  • Su ve Çevre Sektörü KataloÄŸu

©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.