200x200 piksel Reklam Alanı

İstanbul'un Dünü ve Yarını

İstanbul'un Dünü ve Yarını

KONUK YAZAR
6. Sayı (Ocak Åžubat 2007)

Her savaşın bir gösterilen, bir de gizlenen iki gerekçesi vardır. Gerçek her zaman ikincisindedir ve ekonomik nedenlerle ilintilidir. "Irkının üstünlüğünü göstermek" gibi nedenlerle savaş açmak için Hitler gibi tehlikeli bir deli olmak gerekir...
Troya Savaşı hiç kuşkusuz, Kral Priamos’un haşarı oğlu Paris’in Güzel Helena’yı Yunanistan’dan kaçırıp şehrine getirdiği için çıkmamıştır. Tunç Çağı’nda Troya, Dandanellos su geçidinin başını tutmanın getirisiyle varsıl ve gönençli bir kent olmuştu. Kıraç ve yoksul Yunanistan’ın barbar krallarının asıl amaçları, bu haraç toplama noktasını ele geçirip rahata ermekti. Menelaos’un incinen gururu, Agamemnon’un çiğnenen kral haysiyeti ise işin görünen bahanesi!..

Tunç Çağı’nda Akad’lı, Asur’lu tüccarlar Mezopotamya ile Anadolu arasında gidip gelmeye başlamışlar: Kayseri’de ilk ticaret kolonisini kurmuşlar (Kaniş-Karum). Alacak-verecek hesaplarını çivi yazısına dökmüşler. Böylelikle Anadolu’yu "Tarih Dönemleri" içine sokmuşlar (İ.Ö. 3. binyıl). Ama bir ucu Uzak Asya’da, öbür ucu Antik Efes Limanı’ndaki "İpek Yolu" henüz o çağda açılmamış. Kervan sırtında en değerli malların Doğu-Batı yönünde taşındığı İpek ve Baharat Yolu’nun ortaya çıkması için ciddi bir pazar gerek; bunu da İ.Ö. 2. yüzyıldan başlayarak varsıl ve ince zevkli Roma yurttaşları sağlayacaktır.

Bu durmadan akan ticaret nehrinin ağzındaki liman olmak, Efes’i Antik Çağ’ın en önemli sitesi yapmış. Ne var ki Küçük Menderes de aynı yere dökülüyordu ve taşıdığı alüvyonlarla, yıllar içinde bu değerli limanı kullanılmaz hale getirmişti. Efes de komşusu Milet’le aynı kaderi paylaşan anlamsız bir "ova kenti"ne dönüşünce işini de yitirmiş oldu.

O yıllar Roma İmparatorluğu’nun Tuna boyları ve Trakya eyaletlerindeki karışıklıklarla baş etmek için doğuda yeni bir merkez oluşturmaya karar verdiği dönem... İmparator Caius Flavius Constantinus bu iş için seçilecek en uygun yerin, eski Yunanlı Prens Bizans’ın Bosforus girişinde kurmuş olduğu Bizantion kenti olduğunu saptıyor. O güne değin pek dikkat çekmemiş 15 bin nüfuslu bu Yunan kenti hummalı yapı çalışmaları sonucunda "Yeni Roma" adıyla tıpkı eskisi gibi yedi tepe üzerine kurulu görkemli bir ikinci başkente dönüşürken, nüfusu da kısa süre içinde 300 bini buluyor...

Efes Limanı’nın kullanılmaz hale gelmesi ile Bizantion’un Yeni Roma/Konstantinopolis adlarıyla imparatorluğun ikinci başkenti olarak yeniden yapılanması aynı döneme rastlıyordu. Bu durumda İpek Yolu’nun uç bölümünün kuzeye kayarak, şu her bakımdan güvenli yeni Haliç Limanı’na bağlanmasından daha doğal ne olabilirdi? Üstelik, yalnızca malların gemilere yüklendiği bir dış satım limanı olmaktan öte, kendi başına büyük bir tüketim pazarına dönüşen Roma İmparatorluğu’nun yeni başkentine?

Yolun ucu Efes’teyken ticaret Musevilerin elindeydi; burada ise Karadeniz’de koloniler kurmuş Cenovalılar’ın ve Venedikli bankerlerin Haliç kıyısındaki kontuarları bu işi devralmak için hazır beklemekteydi. İşlerini deniz yoluyla görmeye alışık bu Latin kökenli tüccarlar gelen gemileri uzaktan görebilmek için Sycae (Galata) sırtlarında bir de kule inşa etmişlerdi.

Doğu Roma’nın hızla Eski Roma’nın parasal ve askeri gücüne yaklaşması, İpek Yolu Ticareti’ni devralan Galata tüccarları sayesinde olmuş. Bunun karşılığında yüzyıllar boyunca Bizans, aşılmaz surları ile hem kendinin hem de velinimeti "Cenevizler"in güvenliğini sağlamış. Bu "al gülüm-ver gülüm" ilişki, Konstantinopolis’in, Anadolu’da ilerlemelerini sürdüren Selçuklu Türkleri’ni durdurma görevini "Haçlılar"a yıkması sonucu bozulmuş. Güvenliğini başkalarına emanet etmenin bedeli ağır oluyor: Avrupalı Haçlılar’ın Türkler’le savaşmak karşılığında Galata tüccarlarının tekelindeki ticareti ele geçirmeleri yüzyılların dengesini bozmuş. İmparatorların para kaynağı Venedikli bankerler öçlerini, IV. Haçlı Seferi’ni -Kudüs’e gitmek yerine Bizans’ın merkezini işgal edip yağmalaması ile sonuçlanan "yoldan çıkarma operasyonu"nu düzenleyerek almışlar. Hanedan İznik’e kaçıp canını zor kurtarmış. Haçlılar Konstantinopolis’i talan edip geriye dönerlerken yerlerine Latin kökenli bir krallık bırakmışlar, bir de Güney Anadolu’da kendilerine bağlı kukla bir Ermeni Devleti... Altmış yıl sonra başkentlerine geri dönen Doğu Roma İmparator Sülalesi, Latinleri kovup görünüşte düzeni sağlamış ama arada olanlar olmuş; İmparatorlukta ekonomi tümüyle Avrupalı Latinlerin eline geçmiş, yerli Rum halk iyice yoksullaşmış. Bu haliyle iki yüz yıl daha yaşamış gerçi ancak, II. Mehmet yönetiminde Türkler’in çok güçlü bir orduyla kuşattıkları Konstantinopolis, Katolik Latin Avrupa’nın gözden çıkardığı, nüfusu 35 bine gerilemiş, kendini surları içinde hapsetmiş yoksul bir kent hayaletinden başka bir şey değil.

Fatih Sultan Mehmet, dinci çevrelerin savladıkları gibi "kafirleri dize getiren bir İslam savaşçısı" değildi. Hıristiyan kökenli annesinin inancına saygı göstermiş, ibadetini dilediği gibi yapabilmesi için yerleştiği Topkapı Sarayı yakınındaki Aya İrini’yi camiye dönüştürmeden kilise olarak bırakmıştı. Fatih, Ortodoks-Katolik çatışmasından yorgun düşmüş Doğu Roma İmparatorluğu’nu, hurafelerden arınmış, sade, önceki tek tanrılı dinlere saygılı İslamiyet’in taze soluğu ile canlandırmayı hedefliyordu. Ne var ki efsanevi kentin ekonomisi epeydir Latinler’in eline geçmiş bulunuyordu ve onlar bu gücü yıllardır Anadolu’da çarpıştıkları Türkler’e, kentin bu yeni sahiplerine devretmeyi düşünmüyorlardı kuşkusuz.

İpek ve Baharat bağlantısını İstanbul’u devre dışı bırakarak denizler üzerinden yeniden kurmak Avrupa için karanlıktan aydınlığa çıkmak ve refaha ermek sonuçlarını doğururken, Osmanlı cezalandırılmış oluyordu. Önceki yüzyıllarda kazandırdığı paralarla Bizans’ı ayakta tutan Konstantinopolis İstanbul’a dönüşürken artık çeyiz getirmeyen, müsrif ve kaprisli bir gelin olarak Osmanlı’nın yaşamına yön verecekti. Kendisini şan ve şöhretine uygun biçimde yaşatabilmesi için yüzyıllar boyunca Osmanlı’yı, sağa sola seferler düzenleyerek para bulup getirmeye zorladı. Sanayi Devrimi treni kaçırılıp, seferlerden eli boş dönülmeye başlanınca da ondan yüz çevirdi. Son Osmanlı’yı utanç içinde düşman gemisine bindirip kendisinden sonsuza dek uzaklaştırdı.

Bizantion, Yeni Roma, Konstantinopolis, İstanbul... İki bin yıllık varlığını böyle isimden isme, dinden dine, egemenden egemene geçerek sürdürmüş. Yeryüzünün bu en önemli kentini yeni yaşam biçimleri bekliyor şimdi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Ankara’yı başkent seçmesi, İstanbul’u büyük bir yükten kurtarmış oldu. O ekonomi ve kültür başkenti olmak istiyordu. Şimdi "Avrupa Kültür Başkentliği"ne hazırlanıyor. Konumu bakımından yakın gelecekte dünyanın "Ticaret Başkenti" olması da mümkün.

Küreselleşmenin, yeryüzünden kutuplaşmayı sileceğinden söz ediliyordu. Gelişmeler o yönde değil. Yeryüzü ekonomisi Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılma süreci içinde: Yakın gelecekte Çin’in liderliğindeki Asya Birliği ile ABD’nin başı çekeceği AB-ABD ittifakı elle tutulur hale gelecek. ABD’nin bu ayrışma öncesinde Ortadoğu’yu kana bulaması rakip topraklarda "ileri karakol" elde etme çabasından başka şey değil.

Şahsen AB’nin Türkiye’ye zorluklar çıkarmasını Tanrı’nın ülkemi kayırması olarak algılıyor ve şükrediyorum. Şimdilik Wall Street ve Shanghai’da kümelenen iki "Ekonomi Dünyası", kozalarından çıktıklarında gelip birbirleriyle karşılaşacakları yer olarak "Uzak Batı" ile "Yakın Doğu"nun simgesel buluşma noktasındaki İstanbul’dan uygununu mu bulacaklar? Bu buluşma zamanı gelip çattığında "tarafsız bölge" olmanın nimetlerinden yararlanmak yerine ille de bir bloğun -üstelik itilip kakılan- bir üyesi olmaya çalışmak ne denli akılcı olabilir?..

Bu yazı pek de bir mimarlık yazısı değil gibi gelebilir, ama aslında öyle: Göz kamaştırıcı bir geçmişten gelip son derece parlak bir geleceğe yönelirken, İstanbul’un tam da kabuk değiştirdiği bir dönemde yaşıyoruz. Üstelik, hemen önünde 1508’deki "Küçük Kıyamet" gibi olmasından korkulan bir deprem sınavı var. Böyle bir geçiş sürecine girerken, ekonominin kent yaşamındaki önemini anımsatmak ve İstanbul’un tarihine bir de bu açıdan bakarak yorum getirmek istedik.

İstanbul, henüz bir "metropol" tanımını hak etmiyor: "Metro"su tamamlanmadan metropol olunmaz çünkü... Ancak bu yöndeki yoğun çabaları takdir etmek ve desteklemek gerekir. İstanbul’un bu unvanı hak edeceği yakın gelecekte, hem geçmişten gelen hazinelerini dünya kültürüne sunmak, hem de dünyanın yeni ekonomi başkenti olmaya yönelik gelişimini yönlendirmek için projelerimizle hazır olmalıyız.

Mimar Orhan Baltacıgil
 

R E K L A M

İlginizi çekebilir...

2025, İnşaat Sektöründe Enerji Dönüşümü için Dönüm Noktası Olacak mı?

Avrupa genelinde artan faiz oranları ve inşaat maliyetleri, bina sahiplerini 2024 yılında enerji dönüşüm projelerine yatırım yapma konusunda temkinli ...
9 Ocak 2025

CEPHEDER; "2024 Yılı Sektörel Değerlendirmesi ve 2025 Yılı Öngörülerimiz"

2024 yılı, çatı ve cephe sektörü için dinamik ve zorlu koşulların bir arada yaşandığı bir yıl oldu. Küresel ekonomik istikrarsızlıklar, malzeme maliye...
24 Aralık 2024

Cephe Sistemlerinde Dijitalleşme ve Sürdürülebilirlik: Geleceğe Yönelik Yatırımlar

Son yıllarda inşaat sektörü genelinde, özellikle cephe sistemlerinde sürdürlebilirlik ön planda yer almaya başlamıştır. Modern binaların estetik görün...
23 Eylül 2024

 
Anladım
Web sitemizde kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerez (cookie) kullanılır. Daha fazla bilgi için lütfen tıklayınız...

  • Boat Builder Türkiye
  • Enerji & DoÄŸalgaz Dergisi
  • Enerji ve Çevre Dünyası
  • Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi
  • Tersane Dergisi
  • Tesisat Dergisi
  • Yalıtım Dergisi
  • Yangın ve Güvenlik
  • YeÅŸilBina Dergisi
  • İklimlendirme Sektörü KataloÄŸu
  • Yangın ve Güvenlik Sektörü KataloÄŸu
  • Yalıtım Sektörü KataloÄŸu
  • Su ve Çevre Sektörü KataloÄŸu

©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.