
Sürdürülebilir Binalar![]()
Sürdürülebilirlik, kökeni ormancılığa kadar uzanan bir terimdir. Orta Avrupa'nın bir çok bölgesinde, özellikle madencilik geleneği olan bölgelerde, Orta Çağ'ın sonlarında ormanların kullanım sınırları aşılmıştı. Sürdürülebilirlik kavramı, ilk olarak, 1713 tarihinde, bölgesel madenler müfettişliği başkanı olan Carl von Carlowitz (1645-1714) tarafından, ulusal düzeyde ahşap ürün kıtlığının artması kapsamında önerilmişti. Modern zamanlarda, 1993 yılındaki Helsinki Yönergesi, sürdürülebilir ormancılığı, günümüzde ve gelecekte ulusal, uluslararası ve global düzeyde, ekonomik ve sosyal işlevlerini karşılayabilecek, ekolojik sisteme zarar vermeden biyolojik çeşitliliği ve üretkenliği korumayı garanti edecek şekilde ormanların işletilmesi olarak tanımlamıştır. İnsanoğlunun, davranışlarıyla doğayı telafi edilemez biçimde yok etme sürecinde olduğunun farkına varmış bulunmaktayız. Ahşap ürünlerdeki kıtlığın ve umutsuz olayların gelişimi, orman genel müdürlüğü ve yönetim biçiminin yeni bir forma kavuşmasına neden oldu. Günümüzde enerji problemlerini eğer çözmek istiyorsak (endüstrileşmeden 200 yıl sonra oluşan problemleri) bugünkü vizyonumuzu doğru olarak geliştirmeliyiz. Bunun nedeni, bugün alınan önlemlerin 50 yıl sonra kendini hissettirecek olmasıdır. Gelecek iki nesil için, iklim değişiminin bedeli çok yüksek olacak. Petrol ihraç eden bir çok ülke, petrol üretimlerinde en yüksek kapasiteye erişmişlerdir. Diğer tarafta, küresel gelişmeye paralel olarak petrol tüketimi artmaya devam edecektir. Dünya çapında petrol üretimi en yüksek kapasitesine eriştiğinde (Suudi Arabistan?da bu duruma tahminen on yıl sonra ulaşılacaktır), petrol fiyatlarında hızlı bir yükselme beklenebilir. Bugün herkes iklim değişiminden bahsetmektedir. 2007 yılından beri İşviçre Bankası UBS, bu yeni "araştırma alanında" konuyu ayrıntılı olarak ele almaktadır. Takip eden analiz, bu dokümanda verilen bilgilerden derlenmiştir. "Ağır İklimsel Gelişmelerden Kaçınmak" başlığı altındaki bu çalışma, endüstrileşme öncesine göre dünya yüzey sıcaklığında ortalama 2 veya 3 °C'lik bir artışın ciddi sosyoekonomik etkilerinin olacağını belirtmektedir. Etkilerden biri, okyanus seviyelerinde artış ve yaşanabilir alan kaybı olacaktır. Eğer dünya şimdiye kadar olduğu gibi hızla ısınırsa, eşik değere bu çağın sonundan önce erişilecektir. Bu tür yıkıcı iklimsel gelişmelerin önlenmesi için sera gazı emisyonları azaltılmalı ve konsantrasyonları istenilen seviyede tutulmalıdır. Bunu başarmak için dünyada kişi başına düşen ortalama fosil yakıt tüketiminin üçte iki oranında azaltılması gerekmektedir. Bu ihtiraslı amaca ulaşmanın bir yolu, Zürih'teki Swiss University of Technology'de (ETH) geliştirilmiş olan "2000 watt'lık toplum" modelinde tarif edilmiştir. Bu modele göre, İsviçre gibi bir ülke için, kişi başı sabit 2000 watt'lık enerji ihtiyacı, bugün sürdürülen kaliteli yaşam biçimini etkilemeyecek ve ekonomik gelişmeyi sarsmayacaktır. Karşılaştırma amacıyla, Afrika'da kişi başına düşen enerji ihtiyacı 500 watt; Batı Avrupa'da 6000 watt; ABD'de 12000 watt değerindedir. Fosil bazlı enerji tüketimimizi azaltmak için üç seçeneğimiz vardır; yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak, bina ve makinelerin enerji verimliliğini artırmak ve konfor seviyemizi düşürmek. İlk iki stratejiyi zamanında yürürlüğe koymazsak, son strateji bize dikte edilecektir. Sıklıkla bir çıkış noktası olarak atomik enerji önerilmektedir; ancak bunun dezavantajları avantajlarını hayli geçmiştir. Bugünkü tahminlere göre, uranyumun bilinen rezerv kaynakları 60 yıl daha yeterli olacaktır. Bugün dünyanın ana enerji üretiminin sadece yüzde 6'lık kısmı bu kaynaktan sağlanmaktadır. Nükleer enerji, bizim bugünkü sorunumuzu çözemeyecektir. Aksine, arkasında en az 100.000 yıl için güvenli bir biçimde korunması gereken radyoaktif artık bırakacaktır. Bu sürenin uzunluğunu vurgulamak için 100.000 yıl önce dünyanın Taş Devri'nde olduğu ve Avrupa'da mağara adamlarının yaşadığı söylenebilir. Buna rağmen bazı ülkelerde nükleer artıklar depolanmakta ve bunların yerleri henüz bilinmemektedir. Dahası, nükleer enerjinin CO2 açısından daha zararsız olduğu düşünülmektedir. Daha önce tarif edildiği gibi sera gazı emisyonu oluşumunun, ki bütün dünyadaki emisyonların kabaca üçte ikisini oluşturmaktadır, en büyük ve tek nedeni fosil yakıtlardan üretilen enerjinin kullanımıdır. Küresel anlamda endüstri, ulaşım ve binalar bu durumdan kabaca eşit oranlarda sorumludurlar. Yakın gelecekte oluşabilecek enerji felaketini önlemenin sürdürülebilir tek çıkış yolu, medeniyetimizi doğal enerji döngüsüne dahil etmektir. Bu konuda, bilimadamları ve mühendisler olarak sorumluluğumuz bulunmaktadır. Endüstrileşme öncesi zamana dönüş imkanı yoktur. Modern teknolojileri, yenilebilir enerji kaynaklarından (rüzgar, güneş, su vs.) yararlanabilir halde kullanmak önemlidir. Günümüzde, yenilebilir enerji kaynakları küresel düzeyde ana enerji üretiminin yüzde 14'ünü oluşturmaktadır. "2000 watt toplumu"na ulaşmak için, bu oranı bir yılda yüzde 11 oranında artırmak ve eş zamanlı olarak fosil yakıt kullanımını yüzde 2 oranında azaltmak gereklidir. Bunun için gerekli olan tüm teknolojik olanaklar günümüzde mevcuttur. Enerji sağlama ağındaki dalgalanmalarda gerekli stabiliteyi, geniş çeşitlilik ve coğrafi dağılım yoluyla sağlamak mümkün olacaktır. Aynı zamanda, Batı Avrupa ülkelerinin toplam enerji tüketimi, 2000 watt?lık toplum amacına ulaşmak için bugünkü 6000 watt'lık seviyenin üçte birine indirgenmelidir. Bu da ilk etapta makine, araç ve binaların enerji verimliliğinin artırılmasıyla gerçekleşebilir. Avrupa Komisyonu tarafından verilen bilgilere göre, Avrupa Birliği ülkelerinde toplam enerjinin yüzde 40'ı binalarda ısıtma, soğutma ve aydınlatma amacıyla tüketilmektedir. Bu noktada, mimarın sorumluluğu açıkça belli olmaktadır. Günümüzde, bütün bir yıl boyunca olumlu enerji dengesi olan konut ve ofis bina örnekleri vardır. Pasif enerji binası buna bir örnektir. (İsviçre'de, Minergie-Eco standardı ile tamamlanan "Minergie-P" standardı, binalarda kullanılan malzemelerin ekolojik dengesini de dikkate almaktadır) Bu modern standartlarda, enerji indisleri düşüktür. Müşteriler, kurumsal kimliklerini modern görünüşlü enerji etkin binalarla zenginleştirmek isterler. Sıfır-enerji projeleri bu açıdan önemli avantajlar sunar. Eğer bir binanın yaşam döngüsü dikkate alınırsa, tüm maliyetin yüzde 17'si planlama ve yapıma, yüzde 40'ı bakım ve onarıma, yüzde 40'ı ısıtma enerjisine ve geri kalanı da yok etme için harcanmaktadır. Modern sıfır enerjili konutta yapım maliyeti yüzde 10 daha fazladır; fakat, bu miktar yaşam dönemi maliyetinin yüzde 1.5'unu oluşturmaktadır. Aynı zamanda, yıllar boyu enerji fiyatlarındaki kaçınılmaz artışı dikkate almadan, artık gerekli olmayan enerjiden dolayı yaşam dönemi maliyetinden yüzde 40 oranında tasarruf elde edilecektir. Doğru bir mevzuatla, on yıl içinde bütün motorlu taşıtlar çevre dostu olanlar ile değiştirilebilir. Ancak bu durum binalarda mümkün değildir. Binaların ömrü daha uzundur. Yeni gelişmelerle birlikte mevcut yapılar da dikkate alınmalıdır. Uzun dönemde, pasif enerji standartlarını karşılayacak şekilde eski binaların iyileştirilmesi gerekli olacaktır. Şüphesiz bu durumun, tarihi binalar gibi istisnaları olacaktır. Ancak tarihi binalar toplam yapıların çok az bir bölümünü oluşturmakta ve CO2 emisyonu olmayan biyokütle ile ısıtılabilmektedir. Eğer gelecek 50 yılda eski binalar gerekli standartlara uygun olarak iyileştirilebilirse, kamu sektörü ihtiyacının özel sektör ihtiyacının önüne alınması süreci önemli olacaktır. Bugün bir şey açıktır; ekonomik büyümenin artan petrol tüketimi anlamına geldiğini iddia eden söylev doğru değildir. Aksine, makine, araç ve binaların etkinliğini artırmak yerel ekonomiye canlılık kazandıracak ve büyük ölçüde petrol tüketimini azaltacaktır. Sürdürülebilir yapım, yeni bir mimari dil olarak yorumlanmamalıdır. Enerji etkin binalar, optimum malzeme kullanımıyla, pozitif bir enerji dengesi sağlayan akıllı cepheler ve mekanik sistemler ile tasarlanacaktır. Yapım süreci daha da önemli olacaktır ve yeni malzemeler yeni görünümler oluşturacaklardır. Tasarruf stratejisi, pasif-bina teknolojisinden dolayı iyi bilinmektedir; kompakt bina formu ve iyi bir ısı yalıtımı iletim yoluyla ve hava sızdırmaz bir bina kabuğu hava akımıyla oluşan kayıpları azaltır. Pasif-enerji binada enerji kazançları da dikkate alınmaktadır. Güney cephesinde büyük pencere boşlukları güneş enerjisi kazanımı sağlar. Gene de bu tür basit tasarımlar yeterli olmamaktadır. Mekandaki konfor koşulları gibi diğer konular da dikkate alınmalıdır. İç ortamdaki büyük ısı kazançları, kış aylarında az enerji kullanımını sağlarken yaz aylarında sorun olur. Güneş enerjili bir sistem her zaman dört ilgili bileşenin birbirleriyle karşılıklı etkileşimine bağlıdır: 1. Saydam ısı yalıtımı: Güneş ışınımı bina içine girer; ancak enerji artık kaçamaz. 2. Emiciler: Bunlar seçici olabilir. Güneş ışınımı siyah bir yüzey tarafından emilebilir ve ısıl enerjiye dönüştürülebilir. 3. Depolama elemanları: Isı enerjisi binanın bir bileşeninin kütlesi tarafından emilir ve belirli bir süre sonra iç ortama radyan enerji olarak yayınır. 4. Aşırı ısınmaya karşı korunum: Aşırı güneş ışınımı olması durumunda sistem içinde aşırı ısınma engellenebilir. Bu durumların her biri kendini yapısal olarak farklı formlarda gösterebilir. Önemli olan bunların arasındaki etkileşimin kontrollü ve dengeli olmasıdır. Güneş enerjisi kazançları sağlamak için tasarlanan pasif sistemler, enerji indeksinde yüzde 30 ila yüzde 50 arasında azalma sağlar. Aynı ilkeler, iletim kayıpları ve ışınım kazançlarının kontrol edilmesi gereken cam mimari için de geçerlidir. Bu durumun en şık hali, teknolojinin cepheyle entegre edildiği haldir. "Enerji yönetimi entegreli cam elemanlar içinden sıvı akışı" konusunda, Liechtenstein Üniversitesi'nde bir araştırma projesi yürütülmektedir. Ne yazık ki bu tür pasif güneş elemanları için kullanılan yapı malzemeleri büyük kusurlar ortaya çıkarabilirler. Bu konuyla ilgili pilot ve araştırma projelerinde, sürekli olarak yeni bileşenler geliştirmek gerekmektedir. Bazı seri üretilen ürünlerde, faz-değiştiren malzemeler depolama malzemeleri gibi davranabilirler. Oda sıcaklığında eriyebilen veya donabilen tuz hidratı kullanılabilir. Betonunkinden on kat daha fazla ısı depolama kapasitesi olan bu madde, hem estetik hem de fiziksel olarak ilginç bir maddedir. Eğitimde, sürdürülebilir bina konusunda ciddi önlemler alınmalıdır. Mimarlık eğitiminin verildiği her üniversitede lisansüstü eğitimde sürdürülebilir bina ile ilgili bir ders verilmelidir. Bu dersin ana konuları tasarım ve yapım, yapı fiziği, malzeme ve mekanik tesisat olmalıdır. Enerji etkin binalar enerji indeksi yoluyla sayısal değerlere sahip olabilirler. Mimari, bunun sonucunda ölçülebilir özellik kazanabilir. Gelecekte enerji sertifikaları ile bu durum gerçekleşecektir. Mimarların, sürdürülebilir bina ile karşılaştıklarında, savunma durumuna geçmemeleri gerekmektedir. İyi mimaride diyalektiğe etkin olarak devam etmelidirler. Dietrich Schwats / Detail dergisinin 2007/6 sayısından çevrilmiştir.
İlginizi çekebilir... Hem Estetik Hem İşlevsel Çatı Pencereleri ile Çatı Katında YaşamÇatı katları, son yıllarda yalnızca depo alanları olmaktan çıkıp keyifli ve konforlu yaşam alanlarına dönüşmeye başladı. Bu dönüşümde, çatı pencereler... Çuhadaroğlu Türkiye'nin En Yüksek Binası Merkez Bankası için Özel Çözümler SunuyorÇuhadaroğlu'nun Merkez Binası projesinde kullandığı sistemler tamamen projeye özgü tasarımlardan oluşmakta, projenin ihtişamlı mimarisi, tasarım v... Ziraat Bankası Projesi'nde Çuhadaroğlu İmzasıÇuhadaroğlu'nun Ziraat Bankası projesinde kullandığı sistemler tamamen projeye özgü tasarımlardan oluşmakta.... |
||||
©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.