
Getto![]()
İstanbul'un eski semtleri içinde en çok Cihangir'e yanarım. Yeryüzünde böylesine ayrıcalıklı bir konumda bulunup da bunun hiç farkında olmadan kurulmuş başka bir yerleşim var mıdır? Yeryüzünün en güzel ve anlamlı coğrafyasının, en hakim noktasında bulunacaksın ve sen sırtını manzaraya dönüp kargacık burgacık dar sokakların iç karartan çerçevesiyle yetineceksin! Çocukluğumun İstanbul'unda Cihangir bir azınlık (daha çok Rum) mahallesiydi ve tıpkı Tarlabaşı, Kuledibi, Balat, Fener, Samatya, Kurtuluş (Tatavla) gibi İstanbul'un eski gettolarının havasını koruyordu. Bu yüzden, Cihangir olsun, diğerleri olsun, içe kapanık yaşam sürdürülen bu mahallelere hiç gitmişliğimiz yoktu. Sadece vapurla karşıya geçerken, Fındıklı ve Kabataş sırtlarında birbiri üstüne abanmış çirkin yapıların denize bakan arka cephelerindeki balkonlarının -nedense- hep asılmış çamaşırlarla kaplı olduğu görüntüsü aklımda yer etmiş. Yıllar sonra, işim düştü, Cihangir'in içini de gördüm. O günden aklımda kalan izlenim ise, sokaklarında yürürken hemen şuracıkta olduğunu bildiğim Boğaziçi'nin ve muhteşem Tarihi Yarımada'nın hiçbir yerden gözükmediğiydi. İki bin beş yüz yıl önce kurulduğunda da, İstanbul (Bizantion) konum olarak büyük stratejik öneme sahipmiş. Bu konumdan yararlanmak isteyen pek çok farklı kavim tarih boyunca tek bir egemenin yönetimine boyun eğerek bir arada yaşamaya razı olmuşlar. İstanbul'un her zaman bir gettolar kenti olagelmesinin açıklaması da bu olsa gerek. İstanbul?un en bilinen üç adından (ilk ikisi: Bizantion ve Konstantinopolis) bugün evrensel olarak kullanılan sonuncusu aslında daha Bizans İmparatorluğu sürerken şehrin yakınlarına sokulup orada yaşamaya başlayan Türk azınlığın koyduğu bir ad: yan yana yaşadıkları Rum köylülerin ağzından duydukları: "Stan Poli" (eski Grekçede şehir anlamında)... "Şehre gidiyorum, şehirden geliyorum" şeklinde sıkça kullanılan bu sözcüğü kentin adı olarak benimsemiş olmalılar! Ünsüz harfle başlayan sözcüklerin başına bir ünlü eklemek, p, k, t gibi harfleri b, g/ğ, d dibi harflerle yumuşatmak halk Türkçesinin özelliği olduğundan, örneğin eski Grek dilindeki Poli / Polis, Heraklia gibi yer adları Türkçe'ye: "Bolu", "Ereğli" olarak geçmiş; "Stan Poli" de olmuş size İstanbul! Getto, eski İtalyanca bir sözcük.17. yüzyılda Venedik kentinde Yahudilerin bir arada oturmaya zorlandıkları bölgenin adıymış. Zamanla her türlü azınlığın kendilerini kentin geri kalanından yalıttıkları semt anlamına gelir olmuş. New York'un Harlem'i, ilk akla gelen... Paris'in, Londra'nın eski Yahudi gettoları günümüzde dağılmış durumda. Yerlerini Üçüncü Dünya'dan göç edenlerin mahalleleri almış. Üç imparatorluğa başkentlik yapmış İstanbul'un "Doğu Roma" olarak anıldığı zamanlardan beri (kendi çevresini özel surlarla çevirecek kadar gelişmiş) en büyük gettosu ise Haliç'in karşı yakasındaki Cenovalı tacirler tarafından kurulmuş Galata (Sycae). Galata gettosu, Osmanlı devletinin güvencesi altında artık surlara gereksinimi kalmayınca, kabuğunu kırarak yayılmaya başlamış: Pera (Beyoğlu) böyle ortaya çıkmış. Pera, Saray'a kredi açacak kadar zenginleşen Galata bankerlerinin, kapitülasyonlarla başlayan ayrıcalıklı ilişkiler döneminde birbirlerinin önüne geçme çabası içindeki Avrupa devletlerinin küçük koloniler kurup yerleştikleri bir "gayrimüslim" kent görünümü kazanmış. Havraları, Hıristiyanlığın her mezhebinden kiliseleri ile Türk / Osmanlı mimarisiyle hiç ilgisi olmayan, Avrupa tarzına öykünen yapıların plansız, özensiz daracık sokaklar boyunca yığıldığı "alaturka bir yabancı kent" olarak gelişmiş. Osmanlılar, her ne kadar İstanbul'da evrensel ölçüde önemli yapılar (camiler, saraylar, hamamlar, kapalı çarşılar) inşa etmişseler de ele geçirdikleri bu kentin yeniden planlanması, en azından var olan planının korunması gibi konularla hiç ilgilenmemişler. Eski Doğu Roma başkentinin görkemli ana caddeleri, forumları (alanlar) giderek küçük yapıların işgaline uğrayıp, mahalle aralarına dönüşmüş. Anlaşılan, Doğululara özgü, görkemli anıtsal eserler inşa etmek ama çevreleriyle hiç ilgilenmemek huyu, Osmanlı'nın da zayıf tarafını oluşturuyormuş. Kentin merkezi bu görünümdeyken, dış mahallelerin düzenli olması beklenebilir mi? Pera'daki Cadde-i kebir'in (büyük cadde) Frenkçesi: Grand Rü'dür (büyük sokak). Paris'in Pera'nın gettolarını kuran insanlar çoktan bu ülkeyi terk edip gittiler. Geride bıraktıkları yapılar çok mu değerli? Az sayıdaki büyük ve gerçekten önemli mimarlık yapıtı sınıfında olanların dışındakiler, aslına bakılırsa, hiç de önemli değil! Beyoğlu'nun arka sokaklarını ve Tarlabaşı'nın köhne yapılarını koruyacağız diye bunca çaba gösteren bugünkü aydınlarımız acaba neyin peşindeler? İstanbul'un yitik azınlıkları günümüzde kıymete bindi! Onların inşa ettikleri ve bir zamanlar yaşamış oldukları mahalleler de öyle... Kuşkusuz, Rumlar ve Ermeniler de en az Türkler kadar İstanbulluydular. Ancak onları bu topraklardan koparan, işgal yıllarındaki seçimleri olmuş. Türklerden çoktan beri ümit kesip Avrupalılara yanaşmış olmanın, daha iyi ve çağdaş bir yaşama onlar sayesinde kavuşacaklarını sanıp, ezik ve savaştan yenik çıkmış Osmanlı Türk halkına ihanet etmiş olmanın bedelini ödemek zorunda kalmışlar, hepsi bu! Ayrıca, Mütareke döneminde Osmanlı aydınlarının büyük çoğunluğu da kurtuluşun ancak büyük bir Batılı devletin mandasına girerek olabileceği, Osmanlı'nın tepeden baktığı ve küçümsediği "Türkler" eliyle bir bağımsızlık savaşı düşünülemeyeceği inancındaydılar. Atatürk'ün bunu başarmış olması yüzünden, O'nu hiç sevmediler! Getto, her zaman toplum dışına itilmişlerin toplanıp güven aradıkları kenar mahalle demek değil. Bir de ait oldukları toplumdan hoşnut olmayıp başka bir yaşam tarzını benimseyen insanların özgür iradeleriyle bir araya gelip oluşturdukları "ayrıcalıklı bölge" anlamına gelebiliyor. Eski sakinleri başka diyarlara göçtükten yıllar sonra, Cihangir yeniden bir gettoya dönüşmeye başladı: "T.C." karşıtı aydınların, yanlarına İstanbul'da yaşayan yabancıları da katarak bir arada yaşadıkları bir gettoya. Güle-güle otursunlar... Benim tek üzüntüm, bu mahallenin, ta kuruluşundan beri göze çarpan: deniz ve tarihi yarımada manzarasından hiç yararlanamayan çarpık yapısının böylesine kültürlü ve varlıklı insanların gelip buraya yerleşmesi yüzünden bir gün mantıklı bir planlamayla düzeltilebilme umudunun artık kalmamış olması!
Orhan Baltacıgil İlginizi çekebilir... 2025, İnşaat Sektöründe Enerji Dönüşümü için Dönüm Noktası Olacak mı?Avrupa genelinde artan faiz oranları ve inşaat maliyetleri, bina sahiplerini 2024 yılında enerji dönüşüm projelerine yatırım yapma konusunda temkinli ... CEPHEDER; "2024 Yılı Sektörel Değerlendirmesi ve 2025 Yılı Öngörülerimiz"2024 yılı, çatı ve cephe sektörü için dinamik ve zorlu koşulların bir arada yaşandığı bir yıl oldu. Küresel ekonomik istikrarsızlıklar, malzeme maliye... Cephe Sistemlerinde Dijitalleşme ve Sürdürülebilirlik: Geleceğe Yönelik YatırımlarSon yıllarda inşaat sektörü genelinde, özellikle cephe sistemlerinde sürdürlebilirlik ön planda yer almaya başlamıştır. Modern binaların estetik görün... |
||||
©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.