200x200 piksel Reklam Alanı

Tarihi Bina Restorasyonunda Çatı Malzemeleri

Tarihi Bina Restorasyonunda  Çatı Malzemeleri

19 Kasım 2012 | HABERLER
41. Sayı (Kasım-Aralık 2012)

Uluslararası YAPEX Fuarları kapsamında 18-21 Eylül tarihleri arasında Antalya’da gerçekleÅŸtirilen YAPEX Tadilat Fuarı, Çatı&Cephe ve Yalıtım dergilerinin Yayın Danışmanı Mimar Sadık Özkan moderatörlüğünde “Tarihi Bina Restorasyonunda Çatı Malzemeleri” konulu bir arama toplantısına da ev sahipliÄŸi yaptı. Toplantıya ÇATIDER BaÅŸkanı Atila Gürses ve ÇEKÜL BaÅŸkanı Prof. Dr. Metin Sözen’in yanı sıra ÇEKÜL BaÅŸkan Yardımcısı Mithat KırayoÄŸlu, ÇEKÜL Genel Sekreteri Ece MüftüoÄŸlu, ÇATIDER Genel Sekreteri Mehmet Öztürk, ÇEKÜL Akademi Sorumlusu Didem Çakar, ÇEKÜL’den Mimar Nüvit Bayar ve Mimar Alp Arısoy, KılıçoÄŸlu Kiremit İş GeliÅŸtirme Müdürü Fatih TataroÄŸlu, TAG Platformu Kurucusu ve Binat Danışmanlık’tan Banu Binat, Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mevlüde Kaptı, BahçeÅŸehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Deniz Özkut ve Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Havva Işık katıldı.
Sadık Özkan: Arama toplantısının konusu “Tarihi Bina Restorasyonunda Çatı Malzemeleri”... Biliyorsunuz tarihi binaların restorasyonunda, eski dönemlerde kullanılan malzemelerin pazardan temini hiç de kolay olmuyor. Eski binaların onarımı için gereken malzemelerin endüstriyel üretimiyle ilgili nelerin yapılabileceği, daha sağlıklı, daha aslına uygun çözümlerin nasıl elde edilebileceğiyle ilgili bir adım atmak amacıyla buradayız. Bu anlamda konuyu biraz daha açması ve geniş bir bakış açısı sunması açısından sözü Prof. Dr. Metin Sözen’e bırakıyorum.



Prof. Dr. Metin Sözen:
Yapı malzemeleriyle ilgili üniversitelerin ne düzeyde olduğunun ölçülmesi gerekiyor. Buna paralel olarak araştırma birimleri olan şirketler, üniversitelerden ne kadar faydalanıyor, üniversitelerle ne kadar entegrasyon halindeler gibi başlıkların da ölçülmesi şart.



KUDEP’te kurulan laboratuvarlarda yapılan çalışmalar, bizim teknik üniversitelerde yıllarca yaptığımız kerpicin iyileştirilmesi, Çorum alçısının mukavemetinin artırılması, malzemelerin yalıtımda da kullanılması gibi sürekli desteklediğimiz çalışmalar oldu. Bunun yanı sıra çelik ve diğer konularda da bir skala oluşturmaya çalıştık. Ancak sıkıntı, üniversitelerin araştırmaları ve çalışmalarına, sanayi kuruluşlarından cevap gelmemesi. Üniversite ve sanayi arasındaki iletişimin iyileştirilerek yeni bir alan açılması gerekiyor. Ancak bu süreçte üniversite ve alan arasındaki işbirliği kolay kurulmuyor. Üniversitedeki diğer hocalarımıza başından beri söylemek istediğimiz şey, alan ile üniversitenin birlikte çalışması. Laboratuvarlarda elde edilen bilgileri sahadaki firmalara karşılıksız olarak verip, üretimin hafiflemesini sağlamak gerekli. Üniversitelerde bu paralelliği sağlayabilmiş değiliz. Bu toplantıda da umarım aradaki kopukluğu giderebiliriz. Özellikle tarihi binaların restorasyon işleri Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılıyor, fakat üniversitelerle aralarında hiçbir iletişim yok. İhtiyaçlarını üniversitelere söylemeleri lazım. Bugünkü toplantıda aldığımız kararlar doğrultusunda Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür Bakanlığı’na başvurularda bulunmamız gerekli.
 
Atila Gürses:
ÇATIDER olarak üniversitelerle işbirliği sağladığımıza inanıyoruz. Şimdiye kadar yapılmayan veya çok az yapılan çatı eğitimini, uygulama da içinde olmak üzere periyodik hale getirdik. Hatta önümüzdeki sene bu eğitimi İstanbul dışındaki üniversitelere de taşıyacağız. Gücümüzün yettiği oranda çalışma içindeyiz. Dolayısıyla eğitim-sanayi arasındaki kopukluk ÇATIDER olarak bizde çoktan aşıldı. Tarihi yapılardaki malzeme sorununu ilk olarak öğrencilere yönelik düzenlediğimiz bir yarışmada fark ettik. Bu yarışma kapsamında Muğla’nın Milas ilçesine gitme fırsatını bulmuştuk. Orada tarihi yapılardaki malzeme sorununun üst düzeye çıktığını gördük. Durum böyle olunca, güçlü firmaların üye olduğu bir dernek olduğumuzdan, bu soruna en azından çatı kaplama malzemeleri konusunda bir katkı sağlamayı düşündük.



Üyelerimizden de bu konuda katkı sağlayabilecekleri yönünde teyit aldıktan sonra Prof. Dr. Metin Sözen’in de desteğiyle bu konuyu gündemimize aldık. Henüz uygulamada bir şey yapmadık. ÇATIDER olarak sıkıntının malzeme ayağına yardımcı olabiliriz. Fakat sizlerin yardımıyla tarihi yapılardaki sıkıntıların ne olduğunu, neye ihtiyaç duyulduğunu tam olarak anlamamız gerekiyor. Tarihi yapılar malzeme bulunmadığı için harap oluyor. Elimizde imkanlar varken, endüstriyel üretim bu kadar gelişmişken, neden geleneksel malzemeleri de üretmeyelim? Bizim ne yapacağımıza sizler karar vereceksiniz, biz de üreteceğiz. Sizlerin katkılarıyla neye ihtiyaç duyulduğunu ortaya koyabilirsek bir koordinasyon sağlayabiliriz.

Sadık Özkan: Türkiye’de son yıllarda restorasyon konusundaki çalışmalar büyük bir hızla artıyor. Bu konu daha bilimsel, daha teknik ve daha ayrıntılı bir şekilde ele alınıyor. Fakat kullanılacak çatı malzemelerinde olduğu gibi diğer yapı malzemeleri de piyasada kolay bulunamıyor. Temel problem belki de talep edenin talebini tam olarak ifade etmemiş veya yeteri kadar tanımlamamış olmasıdır. Bunun sebebi belki de çoğu restorasyon projesinin gelişigüzel, ucuz malzemelerle yapılmasından kaynaklanıyor. Sebebi ne olursa olsun, geleneksel malzeme temininde çok büyük bir eksiklik olduğu biliniyor. Fakat üreticiler de doğal olarak kâra bakmak zorundalar. Üreticilerin geleneksel yapı malzemesi üretilmesi konusunda çok planlı bir arzı yok. Belki az üretim yapılacaksa şirketler “sosyal sorumluluk” kapsamında üretim yapabilirler. Ama bunu seri üretime taşımaları tabii ki pek beklenemez. O halde daha esnek üretim modelleriyle birtakım malzemelerin üretilmesi gündeme gelebilir. Bu konuda Mithat Bey’in görüşleriyle devam edelim. Ne gibi malzeme ihtiyaçlarımız var ve bunların bulunmasıyla ilgili karşılaştığımız zorluklar neler? Veya malzeme bulabilmek için ne gibi çözümler üretiyoruz?
 


Mithat Kırayoğlu:
Restorasyon konusunda eşikte olduğumuzu düşünüyoruz... Türkiye’de çok uzun yıllar, kültür mirasımızı oluşturan, özellikle sivil mimarlık varlığımız, kendi kaderine terk edilmiş, yıkılmaya, yakılmaya bırakılmış ve bir an önce kentlerin kurtulmak istedikleri bir yük gibiydi. Uzun çabalar sonucunda özellikle Tarihi Kentler Birliği’nin kuruluşundan sonra, kültür mirasını en çok yıkma heveslisi olan belediyeler, son on yıllık sürecin sonunda kültürel mirası en fazla korumaya niyetli hale gelen kurumlar oldular. Artık Belediyeler bu kültür varlıklarının farkındalar ve bu mirası restore etmek istiyorlar. ÇEKÜL’ün katkılarıyla uygulamaya konulan birtakım yasalarla, restorasyon işleri için ödenekler ayrıldı. Önceden de tarihi mirasın restorasyonu için girişimler vardı, ancak maddi kaynak bulunamadığından yapılamıyordu. ÇEKÜL olarak bu toplantıya da geleneksel yapılarımızdaki malzeme eksikliği sorununu çözümlemek için katıldık. Artık bu restorasyon projelerini yapabilme imkanımız var; neden en iyi şekilde yapmayalım? Eskiden tarihi yapılara hoşgörüyle bakıyorduk, “eksik olsun, çirkin olsun ama dokusunu koruyalım” anlayışı hakimdi. Artık bu yapıları, daha özenli ve orijinaline en yakın haliyle restore etmek istiyoruz. Çünkü artık iyi bir noktadayız ve sivil toplum örgütü olmamızın verdiği sorumlulukla renovasyon ve restorasyon işlerini aynı şekilde sürdürmeden daha özenli ve kaliteli bir şekilde yapmak istiyoruz. Bu da bizim tek başımıza yapabileceğimiz bir şey değil. Bu konuda yapı üretim sektörünün desteğine ihtiyacımız var.



Koruma sektörü arz oluşturmayan bir sektör değildir. Önümüzdeki yıllarda da daha çok genişleyecek bir sektör. Önümüzde yıllık bir milyar dolarlık bir pazar var. Dolayısıyla bu sektöre yapılacak yatırımlar ve geliştirmeler ortaya konulursa, birtakım sübvansiyonlar sağlanabilir. Sivil toplum örgütleri, ticari alana girme konusunda biraz çekingen davranıyor. ÇEKÜL olarak bunu kırma noktasına geldik. Çünkü bunun ucunda para, kaynak ve menfaat var. Özenle koruduğumuz birtakım ilkelerimizin de herhangi bir eleştiriye maruz kalmaması gerekiyor. Dolayısıyla biz işbirliğine hazırız. Bunun yanı sıra sağlıklı restorasyon ve renovasyon için geleneksel yapı malzemelerinin yeniden üretimi dışında, bugünkü yaşamın sunduğu konfor olanaklarından kültür mirasımız da yararlanabilmeli. Tarihi yapının detayını, biçimini bozmadan günümüz yaşam konforu da tarihi yapılara uygulanmalı. Bunun örnekleri gelişmiş ülkelerde var. Detaylar konusunda ÇATIDER’in ve diğer kurumların uygulayıcılara yeniden bir eğitim vermesi gerekiyor. Örneğin tarihi yapılarımızın çoğu ahşap olmasına rağmen ahşap yapmasını bilmiyoruz. Restorasyonlarda lamine ahşaplar kullanılıyor. Bu malzemenin sağladığı birtakım avantajlar var ama laminasyon bizim geleneğimizde yok. Yapının eski halinde kullanılan malzeme detayına inmek gerekiyor. Bir asma çatıya, bir göğüsleme detayına veya bir kurtağzı geçme detayına vs. Bütün bu detaylara ihtiyacımız var. Bunu yaparken veya bir konut yaparken yüzey sıvasını çimentoyla oluşturup, çimentonun üzerine de geleneksel sıva yüzeyi vermek için birtakım macunlar çekiliyor, bu da cephenin nefes almasını imkansız hale getiriyor. Nasıl ki çok çeşitli hazır sıva, harç yapıştırıcı malzemesini torbalarda bulabiliyorsak, o şekilde belki bir Horasan harcını veya benzeri harçları hazır halde bulabilmemiz gerekiyor. Günümüz teknolojisinde bilgisayar yardımıyla bin bir çeşit boya tonu, rengi üretiliyor ama geleneksel yapıların kendi malzemelerinden üreterek bulduğumuz tonları yine de bulmakta zorlanıyoruz. Tarihi yapılardaki restorasyon sorununa boya firmalarının da dahil olması gerekiyor. Geleneksel boya renkleri olan aşı kırmızısı, çivit mavisi gibi renkleri bir şekilde sunmaları gerekiyor. Bahsettiğim bu konular, işbirliği yapabileceğimiz konulardır. Çok iyi bildiğimiz yapı ustalığı alanını milletçe unutmuş durumdayız. Bunu tekrar ortaya çıkartmak, tekrar hatırlamak ve tekrar uygulamak gerekiyor.
 
Alp Arısoy:
Belediyelerde olduğu kadar vatandaşlarda da koruma bilinci artmaya başladı. Belediyeler ya da KUDEP’lerin katkısıyla mesela yılda üç tarihi bina restore ediliyorsa, bunun on katı kadar insanların yaşadığı tarihi evler var ve KUDEP’ler kadar bu malzemelere kolay ulaşamıyor. Örneğin devlet, bu tarihi binalarda yaşayanlara “PVC doğrama pencere takamazsanız” diyor. İnsanlar da “Evimi korumak istiyorum ama eski malzemeyi nereden bulacağım” sorusunu soruyor. Uzman gidip marangozu da bulabilir, seçilecek ahşabı da bulabilir ama herhangi bir eski bina sahibinin bütün bu olanaklara ulaşabilmesi için belediyeler tarafından çözümler üretilmesi gerekiyor. Nasıl yapı marketlerde günümüzde kullanılan malzemeler kolayca bulunabiliyorsa, geleneksel evler için de yapı malzemeleri aynı şekilde tedarik edilmeli.



Bu işten anlamayan eski bina sahiplerinin evlerinin doğru bir şekilde korunmasına yardımcı olunmalı. Bu insanların işi belediyelerden ve KUDEP’lerden daha zor. Evlerini onarma istekleri var ama ne yapılacağıyla ilgili hiçbir fikirleri yok. Bu anlamda belki yatırımcıdan ya da belediyelerden daha çok herhangi bir insana da hitap eden ürün seçenekleri olabilmeli.
 
Sadık Özkan:
Alp Bey çok önemli bir konuya temas etti. Biz hep organizasyon veya yerel yönetimler açısından binaları konuşuyoruz ama dediği çok doğru. Mesela Safranbolu’da insanlar aile büyüklerinden kalma evlerde yaşıyorlar ama orada bir malzemeyi değiştirmeye kalktıklarına uygun malzemeyi bulmakta zorlanıyorlar. Tabi ki evine uygun malzemeyi yapı marketlerden alması Türkiye için ütopik bir şey. Ama en azından bu konuda çalışma yapmak isteyen vatandaşlara, belli bir prosedür çerçevesinde bir devlet desteği, malzeme temininde veya onarımın finansmanında yardımcı olmak gerekir. Çünkü vatandaş, tarihi evi için aradığı malzemeyi bulsa bile çok pahalı olduğundan almakta güçlük çekecektir. Eski yapılar için kullanılan malzemeleri bir PVC doğrama veya Amerikan kapının maliyetiyle kıyaslamamız mümkün değil. Bunun yanı sıra vatandaşın da hem bilinçlendirilmesi hem de doğru malzemeyi kullanması için teşvik edilmesi gerekiyor.
 
Alp Arısoy: Bu konuda zaten devlet desteği var ama insanlar ilk önce belediyeye veya devlete değil, nalbura gidiyor... Özel sektörün desteği daha farklı olacaktır. Bence bu noktada esas lokomotif özel sektördür.
 
Mithat Kırayoğlu:
Bursa’nın tarihi evleri, Türkiye’deki tarihi yapılar arasında orijinalliği hiç bozulmayan nadir evlerdir. Bursa’da Tahtakale çarşısında, ahşap bir evde kullanılan bütün malzemeler satılır. Türkiye’de ahşap evlerin hepsinin belli bir tipolojik özelliği vardır ve hepsi belli bir norm içindedir. Bursa evlerinin güzelliğinin esas sebeplerinden bir tanesi de bir kalıba göre bütün evler yapılırken, ev sahibinin tercihlerine ve arsanın durumuna göre evin çehresinin değişim göstermesidir. Bu evler hem birbirlerine çok benzer hem de birbirlerinden farklıdırlar. Günümüzde ahşap bir ev yapmak isteyen kişi Tahtakale’ye gidip evin bütün taşıyıcı sistemini oradan alabilir. Malzeme temini kolay olduğu için bir ev üç ay gibi kısa bir sürede yapılabiliyordu. Evin kireci bir sene önceden söndürülür. Çünkü kireç bekledikçe güzelleşir, gidip Tahtakale’den de malzemesi alınır ve üç ayda da bitirilir. Tahtakale çarşısı örneğinden de gördüğümüz gibi malzeme temini için bir birim veya bir alan oluşturulmalı.
 
Nüvit Bayar:
Ben konuya hem proje çizen, hem proje denetleyen, hem de uygulama denetleyen biri olarak bakmak istiyorum. Geleneksel Türk mimarisinde restorasyon çalışmalarında en büyük sorun alaturka kiremitlerde çıkıyor. Yeni üretilen alaturka kiremitlerle eski kiremitler arasında çok büyük bir boyut farkı var. Eski tip alaturka kiremitler nasıl o şekilde üretilmiş, ölçülerini kim vermiş bilemiyorum ama restorasyon çalışmalarında eski kiremitlerin yerine yenilerini koyduğunuzda bina acayip bir şekilde değişiyor. Kiremit açısından yöreler arasında çok büyük bir farklılık olduğunu düşünmüyorum. Eski yapıların restorasyonunda proje dosyalarına hep “alaturka kiremit” diye yazıyoruz ama hiçbir zaman “Çorum yöresinin kiremidi” demiyoruz. Dolayısıyla artık kiremitlere ölçü vermemiz gerekiyor. Çünkü artık binalarda “alaturka kiremit” dediğimizde yeni alaturka kiremitlerden konuluyor ve ortaya binalardan daha baskın bir kiremit görüntüsü çıkıyor. Restore edilen binanın çatısı, hele ki alçak bir yapıya sahipse, kiremitler binayı oldukça bastırıyor. Örneğin Sümela Manastırı’nın restorasyonunda malzeme konusunda çok sıkıntı çektik. Ortaçağ mimarisine göre yapılan manastır için, yapıldığı döneme ait malzeme elde edilemedi.



Manastırın çatısına uygun kiremit bulunamadı ve şu anda manastıra girdiğiniz anda gözünüze ilk çarpan şey kiremitler... Eski kiremitle yapılsa belki on sırada tamamlanacak kiremit 5 sırada tamamlanmış. Kiremitten çok tuğlaya ağırlık vermişiz. Tuğla çeşidi çok olduğundan restorasyonlarda çok sıkıntı çekmiyoruz ama kiremit tek çeşit. Çeşitlenebilmesi için talep olması gerekir. Kiremitler yapılarımızı görünümü etkiliyor. Bu sefer eski kiremitleri topluyoruz. Hiç de sağlıklı bir şey değil bu. Eski malzemeyi daha koyarken elinizde kırılıyor... Eski kiremitleri koymak yerine Marsilya tipi kiremit kullanıyoruz. Bu da tamamen yapının görünümünü değiştiriyor. Geleneğimizde bu tip kiremit yok. Çatıyı en iyi şekilde çözmemiz gerekiyor ki yapılardan aşağıya su girmesin. Yağmur hesabı yapmıyoruz, suyun borulardan ineceğini hesaplamıyoruz. Bence yağmur oluklarımızın da detayının değişmesi gerekiyor. Mesela o yağmur iniş boruları eskiden kurşundan yapılırdı, şimdi soba boruları gibi olanları var. Onların mimarisini kim yapıyor, bilmiyorum ama binalarımızın görünümünü ve onarımını yaparken bunlar insanı rahatsız ediyor. Bursa ahşap malzeme temininde şanslıymış, İstanbul’da böyle bir şey yok. Sönmüş kireci bilmeyen müteahhit bile var. Çatı, en büyük sorun ve tarihi yapılarda çok karşımıza çıkıyor. Kubbelerde de aynı sorunu yaşıyoruz. Kubbelerde daha homojen bir çamur sıvayla kubbenin üstünü örtebiliyoruz ama kurşun olarak geçtiğimiz şeyler de var. En son, Divriği Ulucami projesini hazırladık. Orada mevcut ahşap çatıyı söküyoruz ve yerine başka bir çözüm bulamadığımız için kurşun kaplı çatı koyuyoruz... Eski ve yeni arasında çok büyük farklılık var. Eski yapıda hazır sıva kullanılınca çok kötü duruyor. Bir de bazı arkadaşlarımız ölçüsünü vermeden karışım yapıyor. Uygulamanın bir ölçüsü olmalı ve ustaya da o söylenmeli. O şekilde çalışmalar yapılırsa daha iyi olacağı kanaatindeyim.
 
Sadık Özkan: Çatıdaki en ufak bir detay hatası, hem binanın ömrünün kısalmasına neden oluyor, hem de binanın konfor düzeyini ciddi ölçüde olumsuz yönde etkiliyor. Toplantımızda kiremit ağırlıklı konuşuyoruz ama kurşun gibi diğer çatı malzemeleri de çok önemli. Aslına uygun çalışmaların yapılabilmesi için projelendirme, malzeme ve detayların saptanması aşamaları titiz bir şekilde yapılmalı.
 
Prof. Dr. Havva Işık: Arkeolog olduğumuzdan, bizim sıkıntımız çok daha farklı. Benim çalıştığım alanlarda orta boy alaturka kiremitle ilerleme kaydedemiyoruz. Arkeolojik alanda sorunlar da boyut değiştiriyor. Prof. Dr. Metin Sözen, ÇEKÜL’ü ve Tarihi Kentler Birliği’ni, ısrarla restorasyon konusunda sadece sivil mimarlık örneklerine değil, aynı zamanda arkeolojik alanlara yönlendirmek için de büyük bir çaba sarf ediyor. Umarım Tarihi Kentler Birliği, büyük bir başarıyla sürdürdüğü sivil mimarlık örneklerini, kent içindeki tarihi ve kültürel mirası koruma adına yapmış olduğu çalışmaları, arkeolojik alanlara da süratle taşır. Hem uzun yıllar kazı çalışması yaparak hem de uygulamanın içinde uzun zamandır bulunan birisi olarak ÇATIDER’e çok ciddi iş düştüğüne inanıyorum. Gündemi üç farklı kategoride değerlendirmek istiyorum. Bunlardan bir tanesinde Antik çatı strüktürleri. İkincisi, bir çatının nasıl olduğu, ki arkeolojik alanda bu bizim için çok büyük önem arz ediyor. Üçüncü olarak da arkeolojik alanda mutlaka ihtiyacımızın olduğu modern ve güncel koruma çatıları...
Patara’daki Like Birliği Meclis Binası’nın üstü çatılı. Bu çatının kimin tarafından yapıldığını bir yazıttan öğreniyoruz. Mimar Dionysius mezardaki yazıtını şöyle yazmış: “Ben bu yapının çatısını, altında hiç destek olmadan kapattığım için o kadar ün saldım ki Patara halkı bu nedenle bana teşekkür etti ve heykelimi dikti”. 43,5 metreyi, 33 metreyi altında destek olmadan ahşap çatıyla geçmişler. Bunun üzerinde kiremit var ama pişmiş topraktan değil; taş kiremit. Çatı kiremitleri taştan. Ve formları da bizim alaturka kiremitleri gibi değil, büyük düz tepsiler düşünün. Kenarları yukarıya çıkmış, üzerine taştan mahyalar oturuyor. Bu çatının nasıl kapatıldığını gözümüzde canlandırabilelim diye Almanya’da iki master tezi de yapıldı.



Bunun dışında, mimarlık ve mühendislik fakültelerinin arkeolog danışmanlarla birlikte multi disipliner bir çalışma yapması gerekiyor. Çatı strüktürlerine dair Antik yapılardaki tezler, master ve doktora tezleri ivedilikle oluşturulmalıdır. Çatı üreticilerinin hepsi olarak gerek strüktür gerek kiremit bazında bu çalışmaları yapan hocalara destek vermeli. Öğrenciler araziye gelsinler, mimar ve mühendislerin desteğiyle orada uygulamalar yapsınlar, bu sizin Ar-Ge çalışmanız olsun. ÇATIDER’in arkeolojik alanlara yönelik olarak mutlaka hem bir Ar-Ge çalışmasına hem de bir bilim heyetine ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Buna şiddetle ihtiyaç var; ikincisi çatı restorasyonundaki kullanılacak olan malzemeler... İki bin yıllık kiremitleri araziden, arkeologlar olarak deli gibi topluyoruz Hepsini Prusya ordusunun askerleri gibi depolara diziyoruz, neticede biz de ölümlü insanlarız. Arkeologlar olarak bu kiremitlerin gelişimini, yaşanan değişimi, hangi yapının hangi evresinde ne amaçla kullanıldığını bilmiyoruz. Bilimsel araştırmalarımız tamamen eksilmiş vaziyette. Bir antik yapının çatısını, nasıl yapılacağını bilmediğimiz için koymadık. Dolayısıyla arkeolojik alanlarda üretilecek çatı malzemelerinde öyle bir yöntem bulunmalı ki, her yapı için ayrı formda ve ayrı ölçüde ve ayrı malzemede olan örtülerin esnek bir şekilde üretilebilmesi temin edilebilmeli.
Taş kiremitler ağır bir malzeme olduğu için ahşap çatılar bu malzemeyi kaldıramayabiliyor. Depremlerde çatılar sık sık göçen malzemeler olduğu için bu alanda imitasyon malzemeye gidilebilir ve bence orijinal malzeme yerine daha hafif ve kalıcı olan imitasyon bir malzemenin yaratılması olabilir. Bunun yanı sıra modern çatılara da değinmek gerekir. En son bir hamam kazısını tamamladık. Aşağı yukarı sekiz yıldan beri çalışmalar sürüyor. Bütün çatı konstrüksiyonu, depremde düşmüş ve olduğu gibi duruyor. Biz onu muhafaza ettik, onu da o müze konsepti içinde konservasyonunu yapıp muhafaza etmek istiyoruz. Bunun altında mermer döşemeler var, ama yapının çatısı yok. Açık vaziyette duruyor. Kazıyı koruma önlemini almazsanız, kazıya başlamamak gerekir. Biz arkeologlar bu nedenle bütün ören yerlerimizi kırmızı, mor, mavi, yeşil leblebi şekeri gibi ondülinlerle kapatmak zorunda kalıyoruz. Kazılara gerekli destek sağlanmıyor. İki demir çubuk üzerine bir kaplama ile kazıyı korumaya alıyoruz. Olanaklarımız olmadığı için kazıyı böyle koruyarak en kötüsünü önlemeye çalışıyoruz. Kazısı yapılmış ve üstü örtülmemiş buluntular üç yıl içinde eriyor. Arkeologlar olarak mühendis ve mimarlarla ortaklaşa çalışmaya ihtiyacımız var.
 
Mehmet Öztürk: ÇATIDER olarak bu tarz işbirliklerine hazırız. Çatılarla ilgili bir proje yarışma düzenlemiştik. O sırada Göbeklitepe çok ön plandaydı. Biz, Göbeklitepe’nin üstünü kapatalım dedik. Derken o fikir değişti, “arkeolojik alanın üstünü kapatalım”a dönüştü. Mimarlar Odası’na müracaat ettik. En son da Atila Bey’in de bahsettiği Milas’taki Uzunyuva Anıtmezar’ın üstünün kapatılması projesi yarışmasını ilan ettik. Projeler geldi, içerisinde çok çeşitli çözümler vardı. Farklı ören yerlerine farklı kapatma şekilleri olabilir. Bir tanesine membran çatı çok iyi olabilir, diğerinde başka bir malzeme olabilir. Dolayısıyla her kazı alanına özgü bir koruma çatısının düzenlenmesi lazım.
 
Banu Binat: Her yapının kendine özgü bir onarım şekli olması lazım. Restorasyonlarda yapılan en büyük hata bu. Herkes belli kalıplara göre restorasyon yapıyor. Eğer restorasyon ve koruma alanından söz ediliyorsa, aradaki iletişim sorununu da çözmek gerekiyor. Son yıllarda gerçekten STK’lar bilinçlendirme konusunda çok yol kat ettiler. Belediyelerde de iyi niyetin başladığını görüyoruz. Toplumda da bu bilincin oluştuğunu fark ediyoruz. Üreticiler birleşti, üniversiteler de bir yandan çalışıyor. Herkes bir şeyler yapmak istiyor ama şimdiki en büyük sorun iletişimsizlik. Herkesin ortak bir platformda birleşmesi gerekiyor.



Belediyeler çok büyük karar verici. Bazen iyi niyetle farkında olmadan yanlış kararlar da veriyorlar. İşte o noktada STK’lar çok önemli bir rol üstlenmeli. Üniversite-sanayi işbirliği deniyor ama yürümüyor. Arada mutlaka birilerinin tampon olması şart. Üniversitelerin işleyiş açısından atıllığı ve özel sektörün dinamizmi arasında müthiş bir uçurum var. Arada bizler gibi bir aracının mutlaka olması lazım ki o dinamikler birbirini bulsun. Görüyorum ki ortada çözülmeyecek bir şey yok. Herkes bilinçli, herkes konuya odaklanmış. Sadece planlı, programlı ve düzenli bir platformda buluşmak ve bunu bir proje haline getirip beş yıl içinde bu hedefi nasıl tutturacağımızı düşünmek gerekiyor.
Hiçbir çatı malzemesi üreticisi, ticari kaygılarından dolayı bazı şeyleri üstlenemez, o zaman ÇATIDER devreye girmeli. Bunu sosyal bir sorumluluk haline getirip belli şeyleri, ticari bir kaygı beklemeden yapabilir. ÇATIDER’in sektörden kazandıklarını, bu sektöre böyle bir geri dönüş olarak vermesi gerektiğini düşünüyorum.  Çünkü STK’ların da bu anlamda maddi bir desteğe ihtiyacı oluyor. STK bunu yapacak güçte ama arkasına sektördekileri alması gerekiyor.
 
Sadık Özkan: Üniversite-sanayi işbirliğinin oluşmasına, firmaların örgütleri hep hevesle bakar. Ben, Yalıtım dergisinin editör köşesini yazıyorum ve bu konuyu yılda 3-4 sefer dile getiriyorum.  Zaman zaman B2B Medya Grubu olarak bu tip etkinliklere de ön ayak olduk. Seminer gibi etkinliklere de katıldık. Ben de etkinliklerde zaman zaman yer aldım. Burada önemli olan ortak paydayı yakalamak. Akademisyenler olaya bilimsel olarak; firmalar da kar olarak bakıyor. Doğal olanı da bu. Dolayısıyla akademisyenlerle firmaların bir noktada birleşmeleri gerek. Tabii bunun için karşı tarafa da cazip gelmesi ve maddi veya manevi katkı sağlaması lazım.
 
Deniz Özkut:
Konuyu üç grupta toplamak istiyorum. İlk grup; arkeolojik yapılar. Strüktür çözmek, çatıyı planlamak, hem özgün çatı yapabilmek hem yeni koruma çatıları dizayn etmek için inşaat mühendislerine çok ihtiyaç duyuyoruz. Havva Işık’la yaklaşık 6 yıl Patara’da beraber çalıştık. Arkeolojik alanlar anıtsal yapılardır. Havva Işık, Patara Meclis yapısını örnek verdi. Orada uzman bir ekiple membran bir sistemle membran çatı örtüsünü nasıl yapabileceğimiz hakkında konuşmuştuk. Pilonlar 25 metre çıktı. Patara ören yerine 25 metre yüksekliğindeki iki tane pilon koyup, bir de membran gererseniz o meclis binasını artık göremezsiniz. Dolayısıyla bu farklı uzmanlıkların koruma ortak paydasında bir araya gelip bu kültürel mirasın korunması meselesini birlikte çözmeleri gerekiyor. Bizim de bunun karşısında teknik ve teknolojiyle ilgili bilgiyi almamız gerekiyor.



Bir uzlaşma platformu gerekiyor. Çünkü biz o koruma kullanma dengesini çok önemsiyoruz.
İkinci grup olarak geleneksel yapılardaki malzeme sorununa katkı yapmak istiyorum. Ben, Kütahya Koruma Kurulu üyesiyim. Çok büyük olmasa da somut problemler var. Örneğin geleneksel yapılara ilişkin restorasyon projeleri geldiğinde çatı çözümleri için tip detaylar geliyor. Tip detayların kendine özgü çözümleri olması gerekir. Tip detaylarla bir yere ulaşamıyoruz. Ama eğer projeyi onaylarsak, tip detayları çözmeye çalışıyoruz ve sonuçta biz yapıyı koruyamamış oluyoruz. Yapıyı sadece çok fazla tahrip etmiş oluyoruz. Malzemenin ötesinde bir sistem çözümüne ihtiyacımız var. Bu sistem çözümünün de yapı gruplarına ve yörelere özel olması şart. Standartlaşmadan biraz çıkıyoruz ama mutlaka buna ihtiyaç duyuyoruz. Kütahya-Uşak yöresinde çalıştığım için bunu kesin olarak söyleyebilirim. Küçük yerlerde bir ulaşılabilirlik problemi var. O yörede çok enteresan mimari örneklerle karşılaştık. Örneğin Simav civarında çok enteresan bindirme ahşap çatılı camiler var. Kırma çatılı, o çatıyı proje izni almadan “basit onarım” kapsamında çatı değiştirmesine izin verebiliyorsunuz fakat o değişimler sırasında bir bakıyorsunuz ahşap çatılar ciddi şekilde tahrip olmuş. Çünkü çatıyı kaldırdığında bakıyor ki aşağıdaki ahşap strüktür de çatı strüktür de tamamen deforme olmuş. Onu değiştirirken çatı süslemeleri, bindirmeli ahşap tavanlar gidiyor, onları koruyamaz oluyoruz.
Üçüncü grup olarak da yapıya dikkat çekmek istiyorum, 20. yüzyıl cumhuriyet mirası, geleneksel sivil mimarlıklarımızın bir adım ötesinde ve artık çok etkin bir şekilde korumaya çalışıyoruz. Özellikle dönüşüm projelerinde bunlara ilişkin çözüm üretme konusunda çok zorlanıyoruz. Dönüşüm projelerinde bugünkü konfor koşulları devreye giriyor. Isıtma, havalandırma, aydınlatma gibi unsuların çatıya yerleştirilmesi sorun oluyor. Estetik açıdan da sıkıntılar yaratıyor.

Doç. Dr. Mevlüde Kaptı: Biz hep öğrencilerimizi özgünlüğe yönlendiriyoruz. Nüvit Hanım’ın dediği gibi bir araya gelerek bu biçimlerle, uygulamalarla ilgili birtakım ortak noktalara varabiliriz. 23 yıldır Mimar Sinan Üniversitesi Restorasyon Anabilim Dalı’nda çalışıyorum. Okula başladığım ilk günlerde hocalarımız “Alaturka kiremit uygun değildir” derlerdi; hala hiçbir şey değişmedi. Uyumsuz kiremitler binayı basıyor, bambaşka bir kimliğe büründürüyor ve yapıların dokusu da çok değişiyor. O kiremitler homojen değil, bina cephesini görmeden kiremitleri görür duruma geldik.



Arkeolog arkadaşlar tarihi yapıların eski dokusunu tekrar sağlayabilmek için eski kiremitleri topluyorlar. Bu noktada üniversiteler devreye girmeli ve o eski kiremidin yapısını araştırarak aynısını oluşturmak için formülü çıkartmalı. Bunun dışında biz 2010-2011 yıllarında Datça Babakale’de, yerel talep üzerine yüksek lisans öğrencilerimizle çalıştık. Orada düz çatılar vardır, kiremit yoktur. Restorasyon çalışmalarında kimse özenle çalışmıyor “çatıyı yapıp işimi bitireyim” zihniyetiyle çalışmalar yapıldı. Babakale’de ben öğrencilerimizden yeni detay üretme konusunda geri dönüş alamadım. Restorasyona herkes sadece malzeme onarımı olarak bakıyor. Restorasyonun aslında çok büyük bir tasarım boyutu da vardır. Çünkü geleneksel birtakım yaşam biçimleri değişti ve modern yaşam biçimlerini o yapılara uygulamak için ek yapılar yapmak zorunda kalıyorsunuz. Diğer bir nokta, kiremit örtüler sadece sivil mimarlık örneklerinde değil, anıtsal binalarda da var. Bir proje kapsamında 2007’de Bergama’da Hacı Hekim Hamamı’nın restorasyonu vardı. Restorasyonda yapının çatısındaki kiremitleri kaldırdılar. Gördük ki yapının orijinal ve özgün kiremitleri hiç tahrip olmamış. Buna rağmen özgün kiremitlerin üzerini yeni alaturka kiremitlerle örttüler. Restorasyon işlemi bittikten sonra yapıya bakıyoruz, herkes “Kötü olmuş, ama neresi?” diye soruyor birbirlerine. Kimse kiremitlerden dolayı yapının kötü restore edildiğini anlamıyor. Mutlaka arakesitler oluşturmalıyız. Şimdiye kadar malzeme kürsüsüyle restorasyon kürsüsü birbirlerine uzak durdular ama artık entegre olarak çalışmaları şart.
 
Mehmet Öztürk: Üniversitelerde öğrencilere çatı sorunlarına karşı çözümler öğretiliyor fakat bugün piyasada çatı çözümü diye bir çalışma alanı yok. Bu iş, çatı ustalarının insafına bırakılmış bir şey, usta çözüyor. Kiremit üreticileri bugüne kadar üretim ve pazarlama konusunda kiremitlerin ne kadar güzel olduğu yönüne ağırlık veriyordu. Muhtemelen bugünden başlayarak ürettiğimiz kiremitlerin geleneksel yapılar üzerinde nasıl uyumlu olacağı konusunda da çalışmalar yapılacak. Bugüne kadar pazarlama taktiği, gösterişli kiremitlerdi. Bu konuda burada konuşulanların, bir çalışma haline getirilip uygulamaya geçirilmesi gerekiyor.
 
Fatih Tataroğlu: En başta ÇATIDER’in yürütücülüğünde ve yöneticiliğinde biz üreticiler beraber düşünmeliyiz. Restorasyon sektörünün ihtiyacını, arz edilen kiremitlerin hangi tip olduğunu ve ölçülerini bulmaya çalışmalıyız. Üreticiler olarak üzerimize düşen bir görev varsa hazırız.



Hem sosyal sorumluk ruhuyla hem de ticari misyonumuzla alakalı olarak eski tip alaturka kiremitleri üretebiliriz. Bu aşama sonrasında toplamda ne kadarlık bir çatı alanı yapılacağını ve ne kadarlık bir zaman dilimi içerisinde üretileceğini sizlerden aldığımız bilgiler doğrultusunda yapacağız. Dolayısıyla sizin, biz üreticileri yönlendirmesi lazım. Kiremitlerin hangi ölçülerde ve nasıl olması gerektiği sorularının cevaplarını sizlerden almak bizim için çok önemli. Bunları hem makine, hem üretim, hem Ar-Ge’deki mühendis arkadaşlarımızla görüşüp hangi standartta ürün çıkabileceğini göreceğiz. Üretime geçmeden önce numuneleri sizlerle paylaşıp onay alabiliriz. Geç kalınmış bir işbirliği olabilir ama bundan sonra başlayıp neden devam etmeyelim? Bunun haricinde çatı kesitlerinin hazırlanmasında birçok proje geliyor, bunların hazırlanma sürecinde de yardımcı olabiliriz. Sizin yönetiminizde detaylar hazırlanırsa, projeler uygun hale getirilebilir. Hazırlanan projeler de müteahhitlere ihale edilirse müteahhit, projede yazan detayları kesinlikle uygulamaya koymak zorunda kalacak. Bu sürecin öncesinde biz bu tarz eski kiremitlerin üretimiyle ilgili bir işbirliği yaparak çalışmalara başlarsak, eski yapılardaki malzeme sorununu birkaç yıl içinde çözebiliriz. Üreteceğimiz kiremitler muhtemelen aynı boyutlarda ve aynı özellikleri taşıyan yapıda olacaktır. Kiremitlerde artık ölçü sistemi getirilmesi şart olmuş durumda. Biz bu çatıları yenileyerek yeni nesle emanet edeceğiz. Çatı çözümlerinde su yalıtımı ve diğer detay çözümlerinde de sizlere yardımcı olmak isteriz. Bu süreç içerisinde elbette şartnamelerde veya keşif kalemlerinde yer alması bizi zorlayacaktır. Dolayısıyla en baştan hazırlıklar yapılırsa birkaç yıl içinde güzel çalışmalar yapılabilir kanaatindeyim.
 
Mevlüde Kaptı: Bu işin istihdam yaratmak gibi diğer bir boyutu daha var. Çünkü siz endüstriyel üretimi düşünüyorsunuz. Biz tuğlalar için ustalar tarafından geleneksel yöntemlerle yapılan tuğlalar kullanıyoruz. Kiremidin de tuğla gibi aynı şekilde üretilmesi gerekir. Sizden ricam, fizibilite çalışmalarınızı, ekonomikliği düşünmeden istihdam yaratma odaklı düşünmeniz.
 
Fatih Tataroğlu:
Elle, tahta kalıpla, tokmakla kiremit şekillendirerek üretim yapabilecek tesisler var. Neden olmasın...

 Prof. Dr. Metin Sözen: ÇEKÜL olarak bölgesel kent atölyeleri kuruyoruz. Her bölgede iki şey yapıyoruz; endüsriyel üretim yapan da olacak, geleneksel üretim yapan da... Şu anda Balaban’da, insanları istihdam ederek kültürel becerilerini hatırlatmayı amaçlayan bir uygulamamız var. ÇATIDER’e yüklenerek her şeyi yapamayabiliriz ama onların yanında durarak çok şey yapabiliriz. Çünkü bunu içtenlikle isteyen ve bunu ortaya koyan niyet çok önemlidir.  Bölgesel noktaları bilen sanatçılar, zanaatçılar ve ihtiyaç duyanlar meselesini gündemimize getirmemiz gerekiyor. KUDEP’leri, bizim kent atölyelerini ve bilgileri, size entegre ederek normal ihtiyaçları, bölgesel nitelikte akıtmamız lazım. Sizin de yereldeki kiremit atölyelerinden başlayarak bir skalanız olmalı. Bazı yapılarda, Kılıçoğlu firmasının gelişmediği malzemeyi lokalde birisi üretiyorsa sizin standardınız olması koşuluyla, oradaki istihdamı da artırabiliriz. Mardin’de her taş ustasının normları vardır; enini, boyunu adı gibi bilir. Kapıyı nasıl geçireceğini bilir, minik bir taşı bile zayi etmez. O bilginin ve inceliklerin sizin fabrika üretim alanlarınıza akması lazım. Demek ki siz üretici olarak, biz de bu işin diğer yakası olarak buna gelecek sene müdahale edelim. Bunun dışında sizleri KUDEP’lerle tanıştıralım. Bu açıdan bu yeni örgütlenme sizinle başlamış olsun. Çatı ve Cephe dergisi de bizim dışarıya açılan penceremiz olsun.
 
Atila Gürses: Çatı sektöründe 650 civarında faaliyet gösteren firma var. Sektörün büyüklüğü 5 milyar TL. Sektörde 150 bin kişi istihdam ediliyor ama beslediği kişi sayısı 500 binin üzerinde. Hep malzemeden bahsettik, uygulamaya çok değinmedik... Yeni bir yasa çıktı. Bu yasaya bağlı olarak birtakım mesleki yeterlilikleri hazırladık. Bir tanesi Resmi Gazete’de yayınlandı. Diğerleri de yavaş yavaş yayınlanacak. Burada, restorasyonda yapılacak çatılarda çok ciddi farklılıklar var. Dolayısıyla bunların standartlarını oluşturmak gerekiyor ve bunları uygulayacak ustaların farklı özelliklere sahip olması gerekiyor. Restorasyon ustasının da özel olması lazım, işin kıymetini de bilmesi gerekiyor. Genel olarak biz ÇATIDER olarak her türlü desteği vermeye hazırız. Seksene yakın üyemiz var. Bünyemizdeki firmalar, sosyal sorumluluk kapsamında birtakım katkılarda bulunabilirler. Hatta benim çalıştığım firmanın da böyle bir düşüncesi var. Dolayısıyla bu tip şeyler rahatlıkla yapabilir. Diğer firmaların da buna ikna olacağını düşünüyorum Şu anda sektör, dünyanın her yerinde yapılabilen uygulamaları yapabilecek kapasitede.
 
Mithat Kırayoğlu:
Geleneksel mimarimiz mütevazı değil, aksine çok görkemlidir. Yani o mekan simetrisinin zenginliğinin çatıya da yansıması gerekiyor. Sadece kiremit değil, çatının akmaması için tenekecilik işleri de çok önemli. ÇATIDER’e düşen, çatıyı tamamlayan tenekecilik işlerini de o disiplin içinde düşünmesi. Şimdi, burada sözüne etmediğimiz bir alandan daha bahsedeceğim. Bir ay önce bir Balkan gezisi yaptık ve gerçekten hayran kaldık. Bütün yapılar korunmuş olmakla birlikte yeni yapılar da eskiye uyumlu bir biçimde yapılıyor. Taş, tuğla ve kiremit, hep geleneksel malzeme biçiminde kullanıyordu. Malzemenin ve geleneğin sürekliliğini koruması, pazar payını artıracak unsurlardır. Yeni bir alanımız daha var. Yeni yapılara hitap eden, onların dokusuna ve ölçeğine, geleneksel mimarimizle barışık bir şekilde kentlerde yaşayabilecek yeni yapı alanına da müdahale etmemiz ve yol göstermemiz gerekir diye düşünüyorum.

Sadık Özkan:
ÇATIDER ve ÇEKÜL’ün öncülüğüyle gerçekleşen toplantımızda “Tarihi Bina Restorasyonunda Çatı Malzemeleri” ve günümüz teknolojisi ile bunların aslına uygun şekilde üretimi, bu konuda yaşanan sorunlar, atılması gereken adımlar ve hayata geçirilmesi gereken işbirliğini ele aldık. Bu toplantıda ortaya konan görüşler doğrultusunda, tarihi binaların restorasyon çalışmaları konusunda proje, uygulama ve denetim çalışmalarını yürüten kesimin, akademisyenlerin, ilgili diğer kurumların, üreticilerin, önümüzdeki süreçte sıkı bir işbirliğine girmelerinin gerekliliği ortaya çıkıyor. Önemli olan burada konuştuklarımızın ileriye yönelik bir adım oluşturması ve kalıcı işbirliklerinin oluşması. ÇATIDER ve ÇEKÜL’e bu açıdan önemli görevler düşüyor. Toplantımızda ortaya çıkan bir başka sonuç ise restorasyon çalışmalarında kullanılan diğer malzemeler içinde benzer toplantıların yapılmasının gerekliliği. B2B Medya ve Çatı&Cephe dergisi olarak bu tür etkinlikleri geçmişte olduğu gibi gelecekte de desteklemeye ve elimizden gelen katkıyı sunmaya hazır olduğumuzu belirtmek isterim. Son olarak katılımlarınız ve değerli görüşleriniz nedeniyle hepinize teşekkür ediyorum.
 

R E K L A M

İlginizi çekebilir...

ODE Yalıtım Üç Yıldır Üst Üste İhracat Şampiyonu

ODE Yalıtım, İklimlendirme Sanayi İhracatçıları Birliği (İSİB) tarafından düzenlenen 2024 Yılı İhracatın Liderleri Ödül Töreni'nde "Yalıtım M...
5 Mayıs 2025

Ravago Bina Çözümleri'ne "İzolasyon İhracat Ödülü"

Ravago Bina Çözümleri, İSİB tarafından düzenlenen İhracatın Liderleri Ödül Töreni'nde "En Çok İzolasyon İhracatı Yapan Firma" kategorisi...
5 Mayıs 2025

Çatıdan Zirveye: Malzeme ve Teknik Uygulama Eğitimi Düzenlendi

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Harun Karadeniz Konferans Salonu'nda "Çatıdan Zirveye: Malzeme ve Teknik Uygulama Eğitimi" düzen...
2 Mayıs 2025

 
Anladım
Web sitemizde kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerez (cookie) kullanılır. Daha fazla bilgi için lütfen tıklayınız...

  • Boat Builder Türkiye
  • Enerji & DoÄŸalgaz Dergisi
  • Enerji ve Çevre Dünyası
  • Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi
  • Tersane Dergisi
  • Tesisat Dergisi
  • Yalıtım Dergisi
  • Yangın ve Güvenlik
  • YeÅŸilBina Dergisi
  • İklimlendirme Sektörü KataloÄŸu
  • Yangın ve Güvenlik Sektörü KataloÄŸu
  • Yalıtım Sektörü KataloÄŸu
  • Su ve Çevre Sektörü KataloÄŸu

©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.